Cuma, Ekim 31, 2008

Mustafa mı Mustafa Kemal mi..?


Bu film ile ilgili süper eleştiriler okumaya başladım bugün..Biz kısmetse yarın gideceğimizden şimdilik yorum yapmıyorum ama çokta merak ediyorum.Eleştirileri filmle ilgili izlenimlerimle beraber yayınlayacağım ama sizlerden seyreden varsa eleştirilerinizi yazabilirsiniz.Benim film ile ilgili ilk düşüncem şu; sanki Atatürk'ün insani yanlarını gösteren bir film seyrettiğimizde onu daha mı çok seveceğiz ya da yücelteceğiz ya da eleştirilerde yazıldığı gibi onu küçümsemek adına bir şeyler mi hissedeceğiz..Benim onun hakkında düşüncelerimi hayatta hiç bir şey değiştiremez.Ne seyredersem ve ne duyarsam duyayım. Film ile ilgili ilk düşüncem adının sadece Mustafa olmasına dair.Bence bu filmin ismi Mustafa Kemal olmalıydı..
O güzel yazıları yazan Can Dündar'ın bunu akıl edememiş olmasını düşünemiyorum...

.... ..... ....

Filmden şimdi geldim.Önce filmi izlemeden önce gelen mailler..





"Değerli Dostlar ,

Saat şu anda gecenin üçü ve bir an evvel yazmak için klavye başına oturdum...

Az önce Mustafa fiminin özel bir gösteriminden geldim Biliyorum yarın bir çoğunuz bu filme gitmek isteyecek.

Eğer Mustafa filmi Atatürk'ü anlatıyorsa , primatların yaşam belgeseli de can dündar denen satılmışın hikayesini anlatıyordur.(bu kısım bana gelen mailde aynen böyleydi ben eklemedim.)

Film en TRT nin en kötü belgesellerinden bile kötü.

İçerik yok ...

Mustafa Kemal Atatürk'ü anlatmıyor...

Filmden bazı dikkat çeken noktaları anlatmaya çalışaym..

- Atatürk karga kovalamış .

- Atatürk'ün ilk dönemlerinin referansı madam Corinne yazdığı mektuplar teşkil ediyor...

O kadar ki cepheden bile o kadına yazdığı mektuptan bahsediliyor , söz de özel duygularını açığa vuruyorlar..

- Atatürk karanlıkta uyuyamazdı , herhalde korkuyordu..

- Atatürk annesinin ikinci evliliğinden rahatsızdı o yüzden ondan kaçtı...

- Atatürk'ün arkasında uzun boylu adamların olduğu fotoğraf gösterildikten sonra , bir fransız gazetesinde ne kadar kısa olduğu vurgulanıyor...

- Atatürk kürtlere özerklik vermeyi taahhüt etmiş ve kürtlerle aykırı düşmenin ne kadar tehlikeli olduğunu belirtmiş...

- Atatürk en yakınlarını ipe gönderecek kadar acımasız bir diktatördür diyor...

- Atatürk ilk meclisi kurup dua hutbelerle açtığı halde , son bölümde dinsiz olduğu vurgulanıyor (ara yerlerde de beyinlere nakşedilmiş...)

- Atatürk Pera da İstanbul da caf caflı bir hayatın özelmi ile yanıp tutuşurken , parasızlığı nedeni ile haline
ağlamış...

- Atatürk sürekli ağlarmış...(bir çok olay anlatımında hep vurgulandı )

- Atatürk (bir fransız yazarın ağzından anlatılmış ) duygsual sorunları olan bir adamdı ...

- Atatürk son günlerini çevresinde hiç seveni kalmadığı halde geçirmiş...

- Atatürk yine son ( 3-5 sene ) dönemlerini işsiz güçsüz can sıkıntısında balolar davetler içki masalarında
geçrimiş...

- Atatürk zevki sefayı seven adammış , ama yine de memleket kurtarmış....

- Son sahnelerde adeta ocak başında çalıgıcıya kadeh kaldıran içki düşkünü bir adamın mizanseni yaratılmış...

- Atatürk'ün vurdum duymazlığı nedeni ile Anadolu da halk aç sefil kalmış , yolsuzluk hırsızlık almış
yürümüş...

Halk Atatürk e sevgi yerine şikayetlerde bulunuyormuş..

- Atatürk bir gazeteye sahte isimle İsmet İnönü hükümetine yönelik Hatay konusu için eleştiri yazısı
yazmış...

Şu anda aklıma gelmeyen daha niceleri..."


2. mail...gönderilen ilk maile gelen cevaplardan..

"Ben de ilk gün koşa koşa filmi görmeye gidenlerdenim ve hiç beğenmedim. İzleyen arkadaşlarım da aynı fikirdeler. 29 Ekim gecesinden beri gazetelere yazıyorum, todayszaman'a da ingilizce yazdım.

Gönderdiğin mesajdaki herşey doğrudur.

Bütün bunlar dahi kabul edilebilirdi ancak tek bir şartla:

Atatürk'ün dehasını olduğu gibi yansıtsaydı, hakkını verseydi aşağıdakiler gözüme görünmezdi.

Bakınız filmde neler oldu.

Uzun uzun anlatılarla Trablusgarp'da görev aldığı söylendikten sonra birden kendimizi İç Anadolu'nun Bozkırlarında bulduk. Bir çırpıda Kurtuluş Savaşı bitiverdi. Sonra döndüüük Çanakkale'ye. Kafalar allak bullak. Sebep sonuç ilişkisi sıfır. Oysa anlam ne yaptığınla değil sorunla nasıl mücadele ettiğinde gizlidir.

Hiç değinilmeyen gerçekleri yazıyorum.

57. Alay'ın destanı ve Atatürk'ün "Sizleri ölmeyi emrediyorum!" sözü yok. Onun yerine "Sevgili Kolin, bilirmisiniz askerlerim dinleri yüzünden korkusuzca ölüme gidiyor" gibi bir laf va. Yani Atatürk'ün işi kolaymış gibi göstermeler. Sonra Yabancıları gözyaşları içinde bırakan Çanakkale'de taşlara kazılı o ünlü cümlesi "Ey anneler, çocuklarınız için üzülmeyin onlar bizim bağrımızda huzur içinde yatmaktadır" şeklinde özetlenebilecek sözleri yok! Bunu hümanist ve yurdundan (Selaniğinden) koparılmış, özlemi ve barışı içine sindirmiş bir deha söyleyebilir. Dündar es geçmiş bunları. Kongreler YOK! Kurtuluş Savaşının Zorluğu YOK! İstabulu'un işgalindeki o bağrı yana yana dimdik duran o cümle :"geldikleri gibi giderler" YOK! (ben bu cümleyi filmde İzmir' e Yunan İşgali karşısında yaverine söylediği zaman duydum..! A.Krep)

Bu mu nesnellik?

Var olanı söylese yeterdi. Dündar Efendi kime yaranacaksa ona yaranmayı seçmiş daha en başından. Tek damla göz yaşı dökmedim: yani duygulanmadım. Bu hissizliği vereceğini elbette biliyor Dündar efendi. Niye yapıyor böyle? Cevabını bilen bilir. Şimdi gitmeyeceksiniz filme, o zamanda Türk milleti Atasına ilgi göstermedi olacak. Ne talihsiz bir ulusuz. Şindler'in Listesinde nihayetinde kahraman bir fabrika patronuydu ve nasıl sunuldu dünyaya hatırlayın. Herkes ağlıyordu filmde. Atatürk bir devlet kurdu ama ismi lazım değil bir belgeselci onu, o dehşetengiz dehayı ne hale getirdi. Soğan cücüğü kadar kalmış bir filimdir, esasın yanında. Ayıptır.

Biz bu ülkede vergi ödeyenler, hepimizin ötekine hakkı geçmiştir. Ben Dündar'a hakkımı helal etmiyorum, haram ediyorum. Atatürk'ün destansı mirasına layık olamamıştır kendisi.

Dostlara selam ederim."

Gelelim benim yorumuma..

Arkadaşlar, ben filmin özellikle 2. kısmına dayanmaya çalışarak, hop oturup hop kalkarak sinema da ara ara söylenerek sonuna kadar izledim.Yanlız filme 10 dakika geç girdiğimizden başındaki kısma eleştiri getiremeyeceğim.

İlk kısımda suya sabuna dokunmadan ülkenin kurucusunun kişiliğini! anlatmaya çalışan bir belgesel çekilmeye çalışılmış havasındaki film ikinci kısımda birden coşarak sanki bunlar araya katılmasa bir yerlerden tepkiler alınacakmış gibi tamamıyla mesajlarla dolu.

Bir kere salonun çoğunluğu çocuktu,ilköğretim yaşında çocuklar.Film Atatürk adına olunca evdeki anne de iki kardeşi yalnız yollamış ama burada kim kendine gereken başarıyı çıkarır artık bilemiyorum (bu politikayı çocukların beynine sokmaya çalışanlar olsa gerek) çocukların ve bilmeyenlerin kafasında gerçekten bir işe yaramayan cumhuriyet (!) ilan eden bir lider ile karşılaşıyorlar.Hani abartmayı sevmeseler(!)de Atatürk cumhuriyeti ilan ettiğine pişman olarak son yıllarını geçirmiş diyecekler.. Benim de filmden çıkardığım özet bu.

Gayet kötüydü..Verilmek istenen mesajları anladığım zamanda midem bulandı.Yazıklar olsun. (Uzunbey'in söylediklerini yazamıyorum yani anlayın artık)

Not: Hatırladıkça yazacağım..

Hayatının cumhurbaşkanı olduğu dönemi hep yalnız geçmiş.Bütün hayat yoldaşlarını kaybetmiş.Mutsuz ve yalnız kelimesi o kadar çok tekrarlandı ki ben o arada hayatını iyi bilmesem İnönü dahil herkese uzak geçtiğini ve kendini güya teknesinde ve sarayında inzivaya çekildiğini bunun tutsaklık olduğunu sık sık vurguladılar.

Binlerce kitap okuyan bir insanın nedense bu özelliğinden nerdeyse hiç bahsedilmemiş.

Yabancı gazetede yayınlanan yazılardan seçtikleri hep olumsuz örnekler..Koskaca dünya basınında onunla ilgili bir tane olumlu haber bulamamışlar sanırım.. Özellikle Fransız gazetesinde çıkan felç olmuş haberine kendini kapattığı sarayından özellikle Hatay için gitmesi.. İyi de bu kadar çok kişiliğiyle ilgili bir film yapmak istiyorsan neden filmin en son ve en vurgu yapılan yerlerinde özellikle son kısımlarında Hatay konusunu bu kadar gündemde tutuyorsun..? Bundan sonraki planlar yoksa o bölge ile mi ilgili Can Dündar..? ..! Birde özellikle merak ettiğim bir kelime tekrarlaması var ki onu özel olarak sormak istiyorum hatta sitesinde soracağım kendilerine.. Senaryoda ve filmde ( ikisi de aynı şey aslında) kaç kere RUMELİ kelimesi geçiyor..? Biliyoruz ama niye bu kadar vurguladınız..? Evet farkındayız Rumelili olup Anadoluyu kurtardığını.. (Filmin tek güzelliği Rumeli müziğiydi aslında)

Gerçektende hiç amaçsız Anadoluya gitmiş ve Samsun kelimesi bir kere geçti sanırım. Sivas bir kaç kere ,Erzurumu ben duymadım, ya da kaçırdım.

En kötüsü halkını bu kadar seven bir liderin hep yalnız ve kendini içkiye vermiş bir şekilde yemek sofralarında hayatını geçirmesiydi ki bu yemek sofraları için bir cümlede kullanılan kelime onun için" tuzak" olarak nitelendirilmesiydi. Yemek olayı bir insan için neden tuzak olsun ki ben bile bu cümleyi çözemedim.Çözen varsa söylesin lütfen.

Nedense bir evlatlığından bahsedilmiş, diğerleri es geçilmiş.Hatta tek adını sık duymadığımız ya da iddia ediyorum ki belki de ileride başına problem oldu da ondan bahsedildi diye bile düşündüm.( Nasıl duygusal irdelendiyse artık bu özellikleri-nedense sadece dinsel ve batan tarafları irdelenmiş, insani yönleri unutulmuş Mustafa'nın.)

Bir kere daha izlesem kesinlikle bu şekilde olumsuz en az 20 madde daha bulabilirim sizlere.. Sanki özellikle cımbızla çekip çıkarsanız bu kadar olur.Zaten yapmışlarda. Yani özellikle yaptıklarını düşünüyorum.Kim ne derse desin.

Bize anlatılanların ,kitaplarda yazılanların bir kısmını dahi anlattığına inanmadığım Atatürk hakkında izlediğim bir film ancak bu kadar basitleştirilebilirdi..

Benim size tavsiyem okuyun, elinize geçen herşeyi okuyun ve hayatıyla ilgisi olmayan bu tarz duygusal anlamda insani "Mustafa" yalanlarına kanmayın. Mümkünse de filme çocuklarınızı götürmeyin.Özellikle küçük olanları.

Bu konularda..
İlknur Güntürkün Kalıpçı 2004 Uludağ Üniversitesi Yayınlarından çıkmış "Her Yönüyle İnsan Atatürk" kitabını öneririm..


Maillerde kişilerin adlarını saklı tuttum.Kendileri arzu ederse yayınlayabilirim..

...

Aslıcinde gördüm dün bugün de maili geldi.. Bir Bekir Coşkun yazısı..

Atatürk Mustafa'yı görse!
Bekir Coşkun'dan arşivleri girecek bir yazı..
'Mustafa' filmi tartışmaları sürerken, Bekir Coşkun'dan konuya iişkin harika bir yazı geldi. Bakın Coşkun Atatürk ve İsmet Paşa'yı nasıl konuşturdu!
Atatürk 'Mustafa'yı görse...
DİYELİM ki Atatürk beyaz atının üzerinde çıkageldi, yanında İsmet Paşa, komutanları, yaverler...
Aşağıda Cumhuriyet Bayramı ve herkes "Mustafa"yı seyretmek için kuyruklarda.
Atatürk, İsmet Paşa'nın kulağına eğilerek:
"Şu arkada, elinde bazuka gibi boru olan, topçu neferi midir?.."
İsmet Paşa:
"Hayır Gazi Hazretleri, o Can Dündar, muharrir... Elindeki kamera aleti, hususiyeti sinema çeker..."
"Niye atlarımızın kıçını çekiyor?.."
"Buna 'insani boyut belgeseli' diyorlar..."
Ata:
"İlke ve inkılaplar yönü ile de belgesel imal ederler mi bu fikriyatta olanlar?.."
"Sponsor lazım..."
"Sponsor bir nevi milli şuur gibi bir şey midir?.."
İsmet Paşa:
"Hayır Gazi Hazretleri, parayı veren... Parayı kim veriyorsa, şuur o cihette nüks etmektedir..."
Atatürk:
"Pekiiii... Aziz milletimiz sinemaya girip, aziz askerlerimizin cephelerde elde ettikleri muazzam zaferleri vefa hissiyatları içinde mi seyretmekte?.."
İsmet Paşa:
"İnsani yön belgeseli hesabıyla bakmaktadırlar, gece karanlıkta önderimiz ne yapmakta..."
Ata:
"O karanlık gecelerde uykusuz kalıp bir hür vatan yaratma sancılarımın acısını anlamışlar demek ki..."
İsmet Paşa fısıldayarak:
"Hayır, bir oturuşta büyük rakı içtiğiniz, gece karanlıktan korktuğunuz ima edilmekte..."
Atatürk hüzünle:
"Buna asıl aydınlıktan korkan hilafetçiler sevinecekler... Onlar hálá dergáhlarında oturuyorlar mı İsmet?..."
İsmet Paşa:
"Hayır Gazi Hazretleri, devletin tepesinde oturuyorlar..."
"Peki, Cumhuriyet Bayramı diye neyi kutlamaktadır bu millet..."
İsmet Paşa:
"Cumhuriyetten geri kalanını..."
Atatürk, atını çevirir:
"Gidelim Paşa..."
.... .... .....

Ekşidekilerde süper .. Özellikle 45. maddeden itibaren okuyunuz..

... ... ...

Reha Muhtar yazmış..

CAN DÜNDAR’A...

Gala davetiyesi gelmiş ama ben göremedim ve fakat zaten o gün gelemeyecektim...Her belgeseli olduğu gibi, Mustafa belgeselini de oya gibi işlediğini bilmekteyim...Bir ufak kuşkum var ki filmi görmeden sana söylemeliyim...Bu soru aynı zamanda filme gitmeye hazırlanan her insanın merak edeceği bir sorudur...

1) Kesinlikle aynı düşünüyoruz, insanlar putlaştırılmamalı, insanî özellikleri, zaafları ortaya konmalı...

2) İnsanlar etten kemikten insan gibi algılanmalı, yalnızlıkları, korkuları, içtikleri rakıları, kırdıkları potları da milyonlarla paylaşılmalı...

3) Devir öyle bir devir, hayat ve insanlar artık şeffaftır...

***

4) Ve fakat içimi fena halde kaşıyan bir korkum, bir ürpertim var...

5) İnsanî zaaflar ya da özelde gizli kalmış hayatlar ortaya çıktığında, bütün bir hayatı etkisi altına alırlar...

6) Bir gün birisi Can Dündar’ın belgeselini yapacak olsa, sen hangi yaptıklarının senin isminin haksız yere önüne geçmesini istemiyorsan, sen de bir başkasının belgeselini yaparken, bazı özel ayrıntıları o kişinin özelliklerinin önüne geçirmeyeceksin...

***
Anlatabildim mi bilmem?.. Çok yakında ne anlatmaya çalıştığımı sanırım anlatabileceğim...

...
Yorumlardan gelen öneriye göre..( Sevgili Enne ve Sevgili Başak teşekkürler..)
Yiğit Bulut'un konuyla ilgili iki yazısı..
Yiğit Bulut
Yazara ulaşmak için : ybulut@gazetevatan.com
Çocuklarınıza “kesinlikle” seyrettirmeyin!
Can Dündar kardeşimizin yaptığı “belgesel” hakkında yazılıp, çiziliyor, herkes bir şeyler söylüyor...

Söylüyor ama kimse “nedenleri” sorgulamıyor?

Aynen daha önce “psikolojik savaş dinamiği içinde sorduğum” Ali Kırca, o kaseti neden yayınladı sorusu gibi şimdi de soruyorum: Bu belgesel neden yapıldı?

Yapanın “sağdan”-“soldan”, “bizden”- “onlardan” gibi ayrımlar içinde sınıflanması hiç önemli değil, herkes herkese karşı “bu savaşın” tekniklerini kullanabilir!

Şimdi cevap arayalım bu belgesel “neden” yapıldı?

Net bir cevap vereceğim ama ilk etapta “okuyucularımdan” gelen yüzlerce “mesaj” arasından birini “bilinçli kesim” olayı “nasıl görüyor” örnek olsun diye aynen aktarıyorum,

“...Dün akşam Can Dündar’ın “Mustafa” belgeselini izledim. Ve açıkçası çok üzüldüm. Çünkü Atatürk yalnız ve umutsuz, kadınlara zaafı olan, yaptıklarından pişman biri gibi anlatılmış. Gerçek Atatürk düşündüğünüz kadar da mükemmel değildi, sıradan ve hatta hatalar içinde geçmiş bir hayatın pişmanlıkları içinde yalnız bir yaşam sürdü denilmek istenmiş... Peki, sıradan bir insan gibi gösterilemeye çalışılan Mustafa olmasaydı, “Atatürk” olmasaydı ne olurdu, biz olur muyduk bunu hiç düşünmemişler mi... Atatürk olmasaydı, din ve maneviyatı, akıl ve mantıkla böylesine bağdaştıran bir başka insan olabilir miydi? Ülkemiz ve milletimiz üzerinde asırlarca oynanmış haksız, ahlaksız senaryoların tortularından kurtulabilir miydik? Türk milleti için kusur olarak gösterilen haksız-yersiz-kasıtlı- mantıksız iddia ve kanaatler sonuna kadar yerinde kalmaz mıydı? Cehaleti yenmek için tek dayanağımız olan Türk alfabemizden mahrum kalmaz mıydık? Sanat ve sanatçının değeri bugünkü değerine gelebilir miydi? Kısacası biz, biz olabilir miydik? Büyük bir kıvançla izleyicilerle buluşturdukları bu belgeseli bırakın çekmeyi düşünme şansları olabilir miydi? Belgeseli kurgulayan, üzerinde çalışan emektarlar bunları düşünememişler mi? Bu belgeselle, Atatürk’ü sevmeyen, tanımayan, karalayan insanların ekmeğine yağ sürülmemiş mi? Yazıklar olsun! Bu ülkenin ekmeğini yerken, bunları yapanlara tek kelimeyle yazıklar olsun...”

Sevgili dostlar, sizlerden bana konu hakkında “ulaşan mesajlardan” en kibarca yazılmış “olanını” seçmeye çalıştım. Tepki çok büyük. Yapılanın “nasıl bir psikolojik harekat olduğunu” anlayanlar için atılan adım “aşırı cüretkar” ve durum çok vahim!

Neden yapıldığına gelince...

Daha önceki yazılarımda bahsettim. “Ortadoğu’ya yerleşip, orayı kendilerine çiftlik” yapmak isteyen emperyal güçler, 1997 yılında “Yeni Bir Yüzyıl İçin Strateji” belgesini yayınladılar. Bu belgedeki “en belirgin” hedef Türkiye’yi dönüştürmek ve “kendilerine engel gördükleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ni” bölgede “iş yapamaz” hale getirmekti. Yıllar sonra yaşanan “çuval geçirme” ve özellikle 2003 sonrası “içeride Türk Silahlı Kuvvetleri’ne artan” saldırılar da “bu stratejinin” gereği atılan adımlardı. Aynı anda “Atatürk ve devrimlerine de” her yönden korkunç bir saldırı başladı....

Sevgili dostlar, bu belgesel “Atatürk’ü Türk halkının gözünde küçük düşürme çabasının” son ürünü...

Daha açık yazayım Süleymaniye’de “askerlerimizin” başına çuval neden geçirildiyse, Başkomutanları hakkında da aynı stratejinin gereği bu film çekildi!

Sonuç: Bu belgeseli seyretmeyin, seyredecekleri engelleyin ve en önemlisi asla çocuklarınıza seyrettirerek “şuuraltlarına Atatürk’ü küçük düşürücü tohumlar atılmasına” izin vermeyin!

Son söz: Bu filmi çeken bir “basın mensubuysa”, ben “olmaktan” utanıyorum! Yazıklar olsun!


Yiğit Bulut
Yazara ulaşmak için : ybulut@gazetevatan.com
Atatürk’ün başına “çuval geçirme” denemesi!
Sizlerden gelen mesajları, tepki dolu satırları açmaya yetişemedim. Dün yazdığım Mustafa “sözde belgeselini” eleştiren yazım sonrası, benden çok daha iyi “kaleme alınmış” ifadeleriniz bana ulaştı...

Bütün tepkilerin ortak vurgusu “yapılanın bir psikolojik harekat stratejisi gereği olduğu ve TSK’nın başına çuval geçiren merkezler tarafından örgütlenmesi” tezimde odaklanıyordu...

Evet, bu tezi abartmadan, eldeki bütün verileri gözden geçirerek ortaya attım...

Yapılan “belgesel” falan değil, “iyice yıpratılan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, son hamlede Başkomutanı’nın” başına çuval geçirilmesinin denenmesidir...

Ne tesadüf değil mi! Taraf gazetesinin, “son dönemlerin en kapsamlı terörist saldırısı sonrası”, başlattığı “Türk Silahlı Kuvvetleri saldırıyı biliyordu ama bir şey yapmadı” propagandasının hemen arkasından, “Atatürk zaten çaresiz, her şeyi bilen ama yapma gücü ve isteği olmayan bir adamdı” diyen bu “sözde belgesel” ortaya çıktı !

Sevgili dostlar, Türkiye’yi “dönüştürüp”, “hamura katmak”, “yeniden değerlerini tesis etmek” isteyen “merkezler” o kadar yol almışlar ki son hamlelerden birini “yapmaya” karar veriyorlar ve bu film ortaya çıkıyor. Bir Belgesel “deyip-geçmeyin”! Bu çok cüretkar ve “tam yerine odaklanmış” aşırı profesyonel bir deneme!

“Aşırı profesyonel” ifadesini “çok bilinçli” kullandım. O kadar “net psikolojik harekat” detayları var ki “bu belgeseli ben çektim” diyen arkadaşın düşünemeyeceği “incelikte” işlenmiş, bütün bu detaylar!

Annesi-babası ne kadar tersini “söylerse söylesin”, bu filmi izleyen 10 yaşında bir “çocuğun” şuur altına atılan “Atatürk ile ilgili” tohumlardan bir daha kurtulması mümkün değil. Burada gözden kaçırmamamız gereken bir detay var bilinçaltına yapılan “tohumlamaya” karşı, bilinç düzeyinde yapılan “her karşı atak” anlamsız kalır!

Daha açıkçası, sakın şöyle düşünmeyin çocuk istiyor, filmi görsün de sonra ben “yanlış” olduğunu anlatırım! Anlatamazsınız!

ANLATAMAZSINIZ!

Bilinçaltına işleyen “işe yaramaz Atatürk” imajı, yıllarca “tepkisiz” kalıp, yıllar sonra başka bir olayla “bilinç düzeyine” gelebilir... Film de bu yüzden çok tehlikeli. Büyük istihbarat örgütlerinin çok sevdiği “subconscience” teknikleri kullanılmış...

Sevgili dostlar, konuyu fazla uzatmayacağım...

Eğer bu film “bir gazetecinin” saf ve temiz duygular ile kaleme aldığı bir metnin, gerçekler ile harmanlanarak “belgesel” haline getirilmesi olsaydı hatta “zararsız hatalar” yapılmış bile olsaydı meslektaşımız “kazanç sağlasın” diye seyredilmesini desteklerdim.

Ama burada durum son derece farklı... Eldeki malzeme “çok uzaklarda-çok profesyonel” masalardan çıkmış bir “yapım” ve taşıdığı “inanılmaz zehirli” mesajlar ile karşı karşıyayız. Burada bize düşen “gerekli tedbiri” almak ve “bu filmi seyretmeyin-seyrettirmeyin” kampanyasını “yaymak”. Evet, sizlerden ricam bu sözde belgeselin 7-18 yaş arasındaki “her Türk çocuğuna-gencine seyrettirilmemesi” dinamiğine katılmanız, destek olmanız...

Belki “profesyonel” kadrolarla karşı karşıyayız ama bence bu arkadaşlar Türk halkının “kolektif” bilincini-bilinçaltını fazla hafife almasınlar... Benden söylemesi...
..... ....
Bu konu burada bitmez! Mustafa filminin web sitesine de eğer koyarlarsa güzel bir eleştiri yazısı yazdım..(Yayınlamışlar..)
Asortik Krep
Filmi seyrettiğim gün Can Dündar'ın belgeselciliğinin ve insanlığının bittiği gündür! Hangi amaç uğruna bu filmi çekerse çeksin affedilmez bir hatadır. Arşivleri doğru kullanıp yayınladığından bile şüphe etmeye başladım. Tarih bizi haklı çıkaracak ve seneler sonra insanlar Can Dündar' ı o güzel hayat yazılarıyla değil Atatürk'e ve onun milletine yaptığı bu hatayla anımsayacaktır. Hakettiği gönüllerde yaşasın başarısını , gün gelince tarih bunun hesabını sorar nasıl olsa...
02-11-2008
... ... ...











Perşembe, Ekim 30, 2008

Merhaba :)


Yazmak hayatımın merkezi olmuş uzun zamandır ve yazmadan duramayacağımı anlayınca daha fazla ertelemedim .Nedenleri ve niçinleri bende saklı kalsın..
... ...
Geçtiğimiz sabah erkenden Uzunbey beni uyandırdı ve sabah misafiri istermisin sana İngilizleri getiriyorum dedi .. Yukarıda resmini gördüğünüz Ares (kendileri bizim evin küçük oğlu olurlar arife gününden beri ) 'i Uzunbey sabah gezmesi için sabah 6 da dışarı çıkardığında 6 komşu İngilizi görür.Daha ilk defa alacakları evin anahtarı için transfer arabasıyla havalimanından saat 4 te geldiklerinden ve anahtara ulaşamadıklarından boş evlerine bir kez olsun girememişler, artık serinleyen Fethiye sabahının ayazında görevliyi üstlerindeki montlara sarılarak beklemeye başlamışlardır.Uzunbeyin eve getirdiği bu gruptan 4 hanıma bizim evde, diğer 2 beye de evlerinin önünde çay-kahve-kek servisi yaptık. Telefon edip anahtarcı çağıran Uzunbey'e de minnattar kaldıklarından ve yaklaşık yarım saat onları sıcak bir ortamda Türk misafirperverliği ile ağarladığımız için bize biraz önce eve gelirken aldıkları gümüş resim çerçevesini hediye ettiler ..
Uzunbey arabayla beni bıraktığında havuzbaşında ( evet hala havalar burada çok güzel ve havuz keyfi yapılabiliyor) yolumuzu gözlediklerini farkettim.Onları davet eden Uzunbeydi ama çerçeveyi de ben kaptım :)) İnsanlığım memleketi yok. İngiliz komşularımla gül gibi geçinip gidiyoruz :)
Ares (Mitolojide Savaş Tanrısı ama kendileri çok yumuşak ve dost canlısı :)) Henüz 3 aylık.


Görüşmediğimiz zamanlarda ev yapımı vişne likörüyle Şeker Bayramını kutladık.


Balkonun her yanını saran sarmaşık ve çiçeklerle keyif yaptık bol bol.


Özellikle Ares geldiğinden beri Uzunbeyle bol bol yürüdük plajda.Her fırsatta özellikle bayramın sıcak günlerinde kendimizi kumsala attık.
Hatta 4. günü ben resimde gördüğünüz Kargı Plajında denize girdim :)

Kargı-Karataş Plajı
Üzümlü
Üzümlü'de bir dostumuzun evinde barbeküye gittik..Üzümlü Çimento fabrikası konusunda gelişmeler var..Daha ayrıntılı yazacağım sonra.
Fethiye'de de fırsat buldukça yürüdüm sahilde..
Sahili mesken edinen pelikanlarımıza turistler bayılıyorlar, resim çektiren mi istersiniz, elleriyle besleyen mi..?

Dalaman Termemaris

Çok güzel ve bize yakın bir termal otele gitmiştik 3 sene önce. Yine bir vesileyle bir gün uğradık, tavsiye edebileceğimiz oranda yeniliklerle yine ordalar ve bu yakınlarda bir günümüzü geçirmek için yine ziyarete gideceğiz.

Ayrıntılı bir yazıyla anlatırım daha sonra.. Kükürt havuzlarını da.

Thermemaris Hotel- Dalaman Havalimanı yanı.


Yine bir değişiklik olarak Ölüdenizde de bir bagaj satışı başlattık.Bu sefer geliri Ölüdeniz İlk Öğretim okulu yararına..Her ayın ikinci pazarı Hisarönü Pazaryerinde Ölüdeniz car boot satışı var :)) İlk satışlar çok güzel geçti tam olarak 55 araba katılımı oldu.



Mavi Kuş gönüllüsü olarak satışlarda bulunduk.Benim arabayla gidip , 2. el eşya satıp kazandığımız paralarla burslu öğrencilere bağış yaptık arkadaşlarla.. Resimde Mavi Kuş Gönüllülerimizden Pera Organizasyondan Hilkat ve Ersin İnan' ı görüyorsunuz.Ayrıca DerinSu -Fatoş'un kızı)- da bana hem satışlarda hem de Ares'e bakarken yardım etti.

Bayramda keyif yaptığımız SunSet Restaurant ve cafeden görüntüler.. Koca Çalış'ta.

Koca Çalış'ta her zaman kahve içmedik tabii ki bu resimlerin biralı ve patates cipsli olanları da mevcut.
Bu not Fethiye ve civarindakiler için..Her ayın ikinci pazarı Hisarönünde Car Boot, son pazarı da Çalış 'ta Çalış Karnavalı için yapılan Car Boot var !