Bu yazıyı hazırlamıştım ama bir türlü yazamamıştım.Gezdiğimiz güzel yerlere haksızlık olacağından yazmaya karar verdim.En azından fotoğrafları paylaşsam ne kadar güzel bir yer olduğunu sizde görmüş olursunuz ve gezimizin ne kadar güzel geçtiğini..
Bu yazı bir Gökçeada (İmbroz) yazısıdır...
Biz, Fatoş'la ben yani, cuma geç vakit yola çıkacağız diye düşünürken bir telefon geldi ve akşam üstü yola çıkacağımızı söyledi turun yetkilileri.Sabah erkenden Gökçeada'ya kalkan feribotu yakalamak istedikleri için akşamüstü yola çıktık Fethiye'den ve sabah altıya doğru Çanakkale'ye yaklaşırken Annem'le telefonlaştık.O sabahın erken saatinde sırf benimle olabilmek için feribota çıktı ve karşıya geçerken eşlik edecekti bize.Oysa kendi aralarında konuşmuşlar ve o gün onlarda Gökçeada'ya gelmeye karar vermişler..Annemde bizim otobüsle karşıya geçti ve onlar gelene kadar bizimle zaman geçirdi.Gökçeada'ya geçerken genelde konuşulan adanın ne kadar ağaçsız gözüktüğü idi.Oysa ben annem yanımdayken çöl görsem vaha görmüş gibi hissediyordum :) Mayıstan beri görüşmediğimiz için ,etrafa bakıp,karşıya geçene kadar konuştuk.
Burası Boğaz.Gökçeada limanı yerleşim yerine uzak,oraya araçla gidiyorsunuz ve deniz görmeyen bir merkezi var.Biz ancak 3 köyü gezdik,oysa gezilebilecek daha çok yer var.Annem daha önce gittiğinden bana rehberlik yaptı ve anlattı.
Meydanda Apurna Şurubu denilen şurubu içtik.Sanırım orman meyvelerinden birinden yapılmış bir şuruptu. Rum kültürü adada her şeye hakim ama bu öyle bir yansımış ki, yaşanmışlıklarla beraber güzel,naif bir hava yaratmış adada.Köyleri gezdikçe bunu daha net algılıyorsunuz.
Biz merkezde meşhur olan Rum hanımın tarifi olan sakızlı kurabiyelerinden -efibadem-yedik,kahvelerimizi içtik.Sonra Annemin Çanakkale'de kaldığı akrabalarımız geldi.Onlarla beraber Kaleköy'e geçip deniz kıyısında oturup yemek yedik.Oteldekiler ise serbest zamandan yararlanıp denize gitmişler.Biz onlarla bayağı oturup sohbet edip, köy gezileri için otele döndük.
Kaleköy
Kaleköy deniz kıyısında restaurant ve cafeleri olan küçük bir köy.
İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'nin Uygulama ve Araştırma bölümü'de bu köydeymiş.(Öğrenciler için koydum)
Otelden Gökçeada merkez görüntüsü.
Odamız..Otel fena değildi,zaten tek oteldi merkezdeki. Kale palas otel. Ben genelde pencere tarafını tercih ederim, yani Uzunbeyle tatile çıktığımda.Bu sefer yatak seçimini Fatoş'a bıraktım ve uzun süredir ilk defa bir arkadaşımla aynı odayı paylaştım :) O pencere tarafını seçmiş çünkü benim bavulumu! koymam için bir sehpa vardı o tarafta rahat edeceğimi düşünmüş,sesimi çıkarmadım ama onun beni düşünmesi içimi okşadı. Benim arkadaşlarımın hepsi böyle gerçi :) Çok şanslı biriyim ben bu bakımdan.Genelde birkaç yaş benden büyükler ama hepsinin ayrı ayrı çok güzel özellikleri var.(Annemle babam geldiğinde Fethiye'deki arkadaşlarımı özellikle sevdiklerini belirtmeden geçmiyorlar.)
Otelin konaklaması kahvaltısından iyiydi.Bence kahvaltılarına daha özen gösterebilirlerse çok daha iyi tanınan bir otelleri olabilir. Biz akşam yemeğini dışarıda yedik,otelde sadece kahvaltı ettik.
Bavul kısmını özel anlatmam gerekli, Fatoş bir sırt çantasıyla tura çıkabilen biri,tura gitmeden önce bana bunu uzun uzun anlattı,bense içimden benim bavulu görünce ne yapacak diye kıs kıs güldüm içimden :))Sonra içimi mi okudu ne, gitmeden son akşam bana sen neler alacaksın diye sorunca döküldüm. Ben 3 gün için 3 günlük kıyafet ve 3 gece ayrı kıyafet alırım dedim.Her gece aynı kıyafeti giyemem. 1-Gündüz çok terlerim 2- Aynı kıyafetten sıkılırım.3- Yeterli kıyafet almazsam moralim bozulur.
O da beni yalnız bırakmamak adına yanına bavul olmasa da küçük bir çanta almış ama yok ben sıkıldım bu işten bana göre değil diye tur sonunda isyan etti.Bence de herkes nasıl mutlu oluyorsa öyle gitmeli.Neyse iyi bir oda arkadaşıydı,ara ara gözlemlerimi ve benim takıntılarımı ayrıca paylaşacağım :)) Umarım sıkılmamıştır.
Oteldekilerle buluşup köyleri keşfetmeye çıkınca köylerin her birinin merkezden kat kat güzel olduğunu keşfettik.Önce Dereköy'e gittik.
Gezide bol bol fotoğraf çekmişim :) Fatoş..
Dereköy..
Gökçeada'da her sene yapılan Meryem Ana Panayırı için etkinlikler düzenleniyor.Biz gittiğimizde panayır yeni bitmişti ama Dereköy'de yapılan kurban kesimleri bu binada törenlerle yapılmış.
Birde eski yağ fabrikası vardı,artık harabeye dönmüş.
Pencere içindeki keçiyi oradan geçerken herkes resimledi.
Nasıl da güzel duruyordu kapıda, çekmeden geçemedim.
Dereköy'den sonra Tepeköy'e geçtik. Dereköy ne kadar daha sakin ve evleri boş görünürse Tepeköy de bir o kadar yaşayan bir Rum köyü.Etkinliklerde ağırlıkla burada yapılıyormuş.Küçük bir tur atıp Barba Yorgo'nun yeni yerine uğradık.
Yolda yürürken bahçesini beğendiğimiz Rum evi.
Barba Yorgo... Linke tıklarsanız onun kelimeleriyle kendini anlatmasını bulacaksınız,oysa ben size buradan kendi izlenimlerimi samimi olarak yazacağım.. :)
Bir kere fikir ve yer olarak memleketine gelip böyle bir yer açması,Gökçada'ya sahip çıkması çok güzel bir davranış.(38 sene İstanbulda yaşamış,sonra adaya dönüp,taverna açıp,pansiyonculuk yapmış,evde şarap yapmaya başlamış.)
Bu manzarayı görünce büyülenmeyen kimse var mıdır bilmem, bana birisi burada kal dese kalacak kadar çok sevdim ben manzarayı.Gerçekten yeni yeri köyün en güzel manzarasını kapsıyordu,bir; hayallerimdeki yeri kurup,üzüm yetiştiriyordu,iki.Bu yüzden bu adamı sevdim ilk görüşte.Kendisine söylemedim tabii :)) Zaten yeterince özgüvenli bir duruşu vardı..
Rehberimiz, onunla konuşurken biz etrafta resim çektik.(Soldaki Barba Yorgo - Yorgo Amca yani..)
Buraya ziyaretçileri sokmuyorlardı,önce taverna zannettim meğer mahzenmiş :)) Ben herkes gidince kapıyı açıp çektim bu resmi, nasıl göründüğünü zaten merak ediyordum,ben sormadan karşıma çıktı.Benimki böyle olmayacak ama.. :)
Bu da fiyatları,bana kalsa akşam yemeğine buraya gelirdim ama turumuz başka yerle anlaşmış,başka köye gittik.
Barbayorgo bu konuda çok ustalaşmış ve kendini iyi duyurmuş bir marka olmuş.
Ben yine de şaraplarımı Bozcada'dan almayı tercih ettim.Burası fazla turistik gibi geldi bana..Beğenmediğim tek yönü de zaten bu oldu, belki biz Akdeniz'den çok alışık olduğumuz o
" gelen her kişi turist " bakışıydı, çok profesyonel bakıyorlar,müşteriysen ilgi var.. bakışı ve ilgisi.
Yinede o sevdiğim manzara önünde bu başarılı adamın fotoğrafını çektim ve bana özel poz verdiğini de belirtmem gerekli.
Köy yolları arasında zeytin ağaçları enfes güzellikteydi.
Gittiğimiz son köy Zeytinliköy'dü.
Şirin ve Dibek kahvesi ünlü bir köy.
Oralarda dolanırken hep Çatalca geldi aklıma,eskiden Çatalca'da da çok güzel Rum evleri vardı.Şimdi kaldı mı bilmiyorum.Uzun zamandır gidemedim.
Küçük bir meydana çıkınca 4 tane dibek kahve dükkanı sizi karşılıyor,rehberimiz grubun çabuk davranmasını istediğinden orantılı olarak dağılıp içmemizi tavsiye etti.Bizde öyle yaptık.
Bizim oturduğumuz Panayot Usta bizimle çok ilgilendi,beraber resim çektirdiğimiz gibi, kahve pişirirken de izin isteyip resmini çektim.İşinin ehli ve temiz olduğu her halinden belli olan bu kahveyi giderseniz tercih edin diyorum.
Panayot Usta iş başında.
http://www.gokceadarehberim.com/nm-Zeytinlik%C3%B6y_Aya_Teodoroi-cp-105
Bu da dondurmalı sakızlı muhallebi...
Madam'ın özel dibek kahvesi..
Orada bir resim atölyesi vardı, gitmişken orayı da gezdik.Ressamla sohbet bile ettik.
Tatlı yemeğe giderken bol fotoğraf çektim köyde.
Dünyadaki 300 milyon ortodoks Hiristiyanın ruhani lideri olan 1.Bartholomeos 1940 yılında Zeytinli'de doğmuş. 1991 yılında Patrik ilan edilen Bartholomeos, senede birkaç kez doğduğu evi ziyarete geliyor.
Bu kapı o evin kapısı ,alttaki resimde evin komşusu olan resim atölyesinden çektim,evin arka kısmı.Biz oradayken Bartholomeos oradaydı.Bir kaç gün önceki şenliklere yetişememiş, evde olduğunu tahmin ediyorum,çünkü kapının arkası oldukça kalabalıktı ve ilginç bir tesadüfle gece de aynı lokantada yemek yedik Kaleköy'de.
Resim atölyesinden muhtemelen merkez mahallenin manzarası...
Ressamın adını özel olarak aldım. İsmail Emregil.
Ressam İsmail Emregil.
Bu da köyün en meşhur tatlıcısı.. Barba Hristo...
İzin alıp resmini çektim.Her sabah kendi kalkıp tatlılarını yapan bu yılların ustasına hayranlık duymamak elde mi..?
Biz zaten saat 14.30 a kadar annemlerle beraberdik.Onları Kaleköyde bırakıp otele gittikten sonra köyleri gezdik,akşamüstü üzerimizi değiştik ve tekrar oteldeki tur arkadaşlarımızla yemeğe çıktık.Çıka çıka hangi köye gittik dersiniz..? Kaleköy'e. :)) Biz gittiğimizde onlar akşam yemeğini yemiş ve araba bekliyorlardı.Bir 10-15 dakika daha görüşüp, onları otobüse bindirip yemeğe döndüm ben.Onlarda son feribotla karşıya geçmişler.
Gittiğimiz restaurantta Bartholomeos ve koskoca U şeklinde bir masa da kalabalık bir grupla aynı anda yemek yedik.Cep telefonuyla Fatoş'un Rum liderin resmini çektiğini yazmazsam olmaz tabii ki :)) - Alırsam resmi de eklerim -
O gece yemekten sonra merkeze döndük.Çoğumuz otelde değilde çarşıda indik ve çarşıyı turladık.Oldukça kalabalıktı,kahve içip alışveriş yaptık,otele dönüp yattık sonra.Çünkü ertesi gün en erken feribotla karşıya geçip Truva'ya gidecektik. O gün annemle olmak bana ilaç gibi geldi,ertesi gün için plan yapmak istesekte biz Bozcada'da kalacağımızdan planlarımızı uyduramadık.
1. yazı Gökçeada - Seni Gökçeada'da sevdim 1
2.yazı Truva
3.yazı Bozcada
4.yazı Ayvalık ve Cunda
5. yazı Bergama olacak.
6 yorum:
Ben Bu yaz ilk defa gittim ve aşık olup geldim...
Son derece ilginç bir ada.
Sabun Atölyesi'ne gitmediniz mi?
O da Kaleköy'de..
Sevgiler..
Gökçeada'ya iki kere gitmiştim ve sevmiştim ama yine de favorim Bozcaada'dır her zaman. Sakızlı kurabiyeyi yedim ben de ama beğenmedim pek o kadar. Çok bana hitap eden bir tat değilmiş kurabiyede sakız... Sizin gittiğiniz yerlerin hepsine gitmiştik biz de. Bence iyi ki anlatmadan geçmemişsin, bir de senden Dizlemek Gökçeada'yı, hoşuma gitti...
Mine Hanım, ben sizin yazınızı okuyup özenmiştim açıkçası.Sonra turu duyunca çok sevindim.
Sabun atölyesine gitmedik,daha da bir sürü yer,çünkü 3 günde 4 ayrı yere gitmemiz gerektiğinden ancak bu kadar gezebildik.
Burcum, daha Bozcaadayı anlatmadım,daha dur :)
Ben sakızlı kurabiye severim, bu yüzden bana özel üretim gibi geldi.Yetmedi ama ön tanıma için iyi bir çıkarım oldu bana Gökçeada.Birde orası ile Gökçeada farklı yerler,farklı konseptleri var.İkisini çok karşılaştırma fikrinde değilim.
10 Yıl önce Uğurlu da kalmıştık tatilimiz boyunca. Çok severim, lakin bana hüzün veren bir adadır. Boşalmış Rum köyleri muhacir geçmişimi hatırlattığından galiba.
Sahi, dibek kahvecileri 4 mü olmuş?
Oysa sadece Madam'ın yeri vardı. İçini çok sevmiştim. Çoğu Lefter in siyah-beyaz fotoğrafları, gazete küpürleri duvarda, yunan şarkıları çalan bir radyo aralarında...
Ne güzel şeyler hatırlattınız..
merhaba , çekiliş düzenledim katılır mısın ? Blogspot tabanlı blog kullananlara özel çekiliş http://www.seviminaskanasi.com/2013/09/bloggerlara-ozel-cekilis.html#axzz2hO8xM6tn
Gökçeada adına hazırlanmış en özel bloglardan biri olmuş diyebilirim. Gökçeada'nın her metrekaresini anlamlandırmadan o adadan dönenler için yazık ettiklerini söyleyebilirim rahatlıkla, zira ada gibi nice örnekler silinip gitti bu anlamsız tatiller nedeniyle. Üzerine bastığınız yeri anlamlandırdığınız için teşekkür ederim.
Gökçeada hakkında güncel bilgileri takip edebileceğiniz adalılar tarafından açılmış yeni bir site var, bu siteden tüm güncel gelişmeleri takip edebilirsiniz. www.gokceadaimroz.com
Yorum Gönder