1986 ' da Büyükçekmece böyle bir kış gördü en son. Bu bahçe en az 50 cm, diğer tarafta kar daha da yüksek. Biz tedavi yüzünden annemde kaldığımızdan, annem de Ateşi eve almadığından, biliyorsunuz bahçede yaşıyor. Gerçi en lüks ahşap firmasından bir evi, bizim kalorifer borularının geçtiği duvara dayanmış kulübesi yüzünden şimdiye kadar sıkıntı çektiğimizi söyleyemem. Ama Büyükçekmece'ye kar gelince tabii ki annem dayanamayıp Ateşi içeri aldı. Onun yanıma gelmesi beni çok mutlu etti şimdi ne yalan söyleyeyim. Gerçi salona ve yatak odalarına girmesi yasak. O zaten çok akıllı olduğundan asla mutfağa girmez. Burası eski plan bir ev olduğundan kocaman bir antremiz var. Çocuğum bizi bir şekilde idare ediyor işte. Ara ara kaçamak yapıp yanıma kaçıyor. Birde Mavişle beni paylaşamıyorlar. Bazen iki elim ikisinde oturuyoruz.
Açık açık yazayım diyorum, bazen vazgeçiyorum ama bazen de aman artık kimsenin ne düşündüğü önemli değil, benim zor zamanıma sevinecekse sevinsin onlar bile umrumda değil moduna geldiğimden kendimi yazmaya ikna ediyorum. Ben burayı 17 yıldır yazıyorum. Hayatımın en zorlandığım, mutsuz ve umutsuz - şimdikinden bile umutsuz hissettiğim zamanlar mıydı ? Evet. - yazarak kendimi kurtarmıştım. Çünkü kendimi çok yalnız hissediyordum ve yazmak bana iyi geliyordu. Yine yazmak bana iyi geliyor, yazacağım da.
Bir türlü yazamadığım şey günlerdir zor günler geçiriyor oluşum. Ben zorluk yazamıyorum, sanki onu yazarsam hayata havlu atacakmışım gibi geliyor. Bunu söylemek bile kendimi kötü hissettiriyor. Ama zor mu zor.. Niye yazıyorum..? Benim gibi bunu yaşam savaşı vermeden, daha başında farkedip hastalanmamanız adına yazıyorum.
Bu üçüncü savaşım.. En son 11 ay kemoterapi görmüştüm. Şimdi biliyorsunuz tekrar tedavi başladı. 21 günde bir büyük kemo, sonraki hafta küçük kemo, sonraki hafta da dinlenme olur. Sonra tekrar başlar. Bu ilk kür. Salonda yatak açık, daha toparlanamadım. Şimdi ilk iş toparlanıp, ikinciye hazırlanmak. Ağrı sızı davalarından kitap okuyamıyorum. Tv ve cep ile idare ediyorum. Kardan son randevu ertelenince de biraz tatil gibi oldu bana.
Kapıya bile çıkılmıyor. Basında ne yazarsa yazsın, insanüstü bir gayret ve desteğe ihtiyaç vardı. İmamoğlu yalnız kalsın diye vatandaş olarak yalnız bırakıldık. Trafik kazası hariç kapanmayan Mimarsinan köprüsü üzerinde insanlar sabahladı. Yalnız ve güzel ülkem, yalnız ve güzel İstanbula dönüştürüldü. Halk karda sabaha kadar yürüse de bunları görüyor. Buraları 20 yıl sonra geldiğimde nasıl kurtarılmış bölge kalmış yavaş yavaş yazacağım. Hele bu kış çok vaktim olacak inşaallah.
Her yerde yükselen ev kirası ve ev fiyatları hakkında yazılar okuyorum. Küçük yerlerde insanlar gelmeyin artık diye isyan ediyorlar.Oysa şehirde işi olmayan şehirde kalmamalı artık. Burada bahçeli evler içinde yaşayan ama buralı olmayan insanların daha çok olduğu bir bölgede oturuyorum.
Hepimizin kocaman bahçeleri var. Bir çoğu evde yaşıyor, bahçeye çıkan olmadığı gibi, ilgilenende çok az. Sosyal hayatları yok, ancak memleketlisi varsa görüşüyor. Çoğunun memleketinde tarlası var, yazın o güzel bahçeleri bırakıp memleketlerine giden var. Söylemek istediğim eğer bu şekilde yaşayacaksan şehir hayatını sen zaten orda kal. Memleketinde İstanbulda yaşıyorum demekle İstanbul' u yaşamış olmuyorsun. Yanlış anlamayın bu evler öyle ucuz evler değil, tripleks, villa tipi evlerden bahsediyorum. Çoğu ya özel okul ya da iş yeri, klinik olan yerler. Kapılarından geçiyoruz - şimdi gezdiremiyorum Ateşi - bana köpeği kaldırımdan yürütme diyecek kadar malına düşkün ama bahçesine bir
tane çiçek ekmeyecek kadarda doğayı seven ev kuşları.
Yazın yolda su patlamış ama içten.. Bizimki dahil, iki bahçeyi su bastı. Ben üç kere ekip çağırdım, kazdırdım, bir evin kuyusu içinde taşıyor, bizimki bahçede ama eve uzak. Para vermesinler diye konuşup sorunu çözemiyoruz, oysa belediye ekibi yapacak kazıyı. Konuşup sorunu çözemedik. Sular bahçeleri bastı, onlar evin altından motorla su çıkardı, bizde sular evin kapısına yaklaştı, üç gün onların başvurmasını bekledik. Burada anlatmak istediğim, malın mülkün olacak, şehrin içinde yaşayacaksan o şehrin gereği gereken şartlarına da para harcayacaksın.
Şimdi yavaş yavaş bahçeli evleri Araplara satıp, daha ucuz semtlere kaçıyorlar.
Bu arada burada yaşadığımız ilk ramazan bayramı arifesi iki genç adam ellerinde kutularla bahçeye girdiler.
Ben genelde bahçede olduğumdan karşıladım ama tabii ki tipler kayık, ya da ben sevmiyorum diye bana öyle geldi bilmiyorum. Ben bir şeyler sattıklarını düşündüğüm için nasıl yardımcı olabileceğimi sordum. Onlar ellerindeki kutulardan bana yarım kiloluk çok güzel bir tatlı kutusu bırakıp, bayram ikramı gibi bir şey söyledi. Biz İstanbulda büyüdüğümüz için öyle bayram mayram bilmeyiz. Bedava olursa da adamı bir dövmediğimiz kalır. Ya ilaçlıysa, bayıltıp eve girerse, hırsızlık yapmak için ön araştırma yapıyorsa diye adamları bir kovmadığım kaldı. Ateş çok havlayınca onlarda zaten çok oyalanmadı. Ama İngilizce konuşmamızdan hatırladığım, komşuyuz ve size geldik kısmını çıkarınca aslında yanımızdaki villaya yeni taşınan Arap komşularımız olduğunu tahmin ettim ve çıkınca o tarafa gitmelerinden anladım. Bu arada annem tatlıya bayıldı, ben insan olarak kendimden utandım, sokakta oynarken kırk yıl önce annemiz işten gelene kadar bizimle ilgilenen, bizi aç bırakmayıp evde kek yapıp, karnımızı doyuran eski İstanbullu komşularımızdan utandım, babaannem eski İstanbul' u anlatırken ve o İstanbul benim çocukluğumdaki İstanbul' a 80 yıllık bir mazi basarken ben daha babaanne olmamış 50 li yaşlarda İstanbul'un bu kadar değişmesinden utandım. Biz biraz daha büyüseydik de biraz az kirlenseydi Dünya...