Perşembe, Kasım 17, 2011

vurulduk ince ince

* Bu sabah erkenden uyandım,dün gece bir gece önceki öksürükten uykusuz kalmanın rövanşıydı sanırım,erken uyudum,sabahta erkenden uyandım.Tv geç vakte kadar açıktı,bazen açık bırakıp tv sesiyle  sorunsuz dinlenme gibi bir inanca sahibim.Biz tv ve bilgisayarı hayatından çıkaramayan bir aileyiz, biraz işsel biraz da alışkanlıklarımızdan.Ben de bunu kabul edeli çok oldu.Yani artık rahatsızlık yaşamıyoruz,bunları aştık.Günün her saati bilgisayarı açabilir,diğeri uyurken tv ve bilgisayar kullanabiliriz biz.Hatta birbirimizin bilgisayarını kullandığımızdan bazen uyuyor musun diye sorup uyumuyorsak o nerdeydi,bunun resimlerini koydun mu..? fotoğraf makinesini nereye koydun, şarjı bulamıyorum gibi başkalarına garip gelebilen ama bizi zorlamayan şartlarda da yaşayabiliriz :) Neyse sabah erken uyandım, tv'yi açtım hemen,Uzunbeyde bilgisayarını.Canım kahve istedi, eskiden çok nescafe içerdim şimdi günde bir en fazla iki tane içiyorum ve her sabah yürüyüşten sonra oturduğumuz cafede Türk kahvesi içiyorum. Canım kahve istedi derken Uzunbeyin bana yatakta kahve servisi yapacağını düşünmemiştim, şimdi nescafeyi içerken aklıma gelenleri yazmayı düşündüm...Kısa yazayım diyorum her seferinde yazı resmen uzun bir romana dönüyor ama artık kabul ettim,başlıyorum nerde biterse orada bırakacağım.
 Ares ayaklarımın üstünde yatıyor, zaten iri bir köpek,yan yattığında nerdeyse yarım yatak boyunda olduğundan bazen yatağın ucuna yere, bazende battaniye ve yatak örtüsünün üstünde yatıyor.Yatak örtüsünü kaldırmıyorum çünkü hava hala çok soğuk değil battaniye ile yatıyoruz, tüyleri en azından örtünün üstünde kalsın istiyorum.Şimdi öyle bir durumda ki aramızda örtünün üstünde,ayaklarımı uzatınca yataktan düşeceğinden yarı oturur vaziyette yazıyı yazıyorum.Bazen uyurken de öyle uyuyoruz.Ya da uyku sersemi ittirerek indirdiğimde oluyor.Onun derdi bizim yanımızda olmak.Bizde onunla yaşamaya çok alıştık.İstanbulda hep sokak köpeklerini sevdim, hatta yemek verdim onu özlediğimden. Sokak itleri' ni ... Bir arkadaşım  ben öyle seviyorum onları derdi. Bende öyle seviyorum bazen. Köpek deyince yine bir sevimlilik var ama "sokak iti "  gerçekten söylerken bile içimi acıtıyor. Ares yokken başka köpekleri gözlüyorum,özellikle sokak iti  hallerini görünce şehirlerde.Bir köpeğe bu kadar yakın yaşayıp sonra sokaktaki yalnızlıklarını görmek içimi acıtıyor gerçekten.Onların nasılda insanlar gibi duygular taşıdıklarını ve çocuklar kadar sevgiye aç olduklarını bilmek, aç susuz ve kimsesiz, güvensiz gözlerle dolaşmaları beni etkiliyor.Sadece köpekler değil,insanlarda beni büyükşehirde yaralıyor.Ben mi çok uzak kaldım, onlar mı çok yalnızlaştılar.Onlara baktığımda bir tarayıcıdan geçer gibi o gözlerde ve davranışlarda herşey görünüyor,başka bir gözle bakıyorum o zaman.İstanbulda gezerken bunları gördüm hep.Belki etrafımdakilere o gözlerle bakmıyorum,baksam belki onlarda da başka şeyler görürüm ama daha çok tanımadıklarımda görüyorum ben bunu.Çocuk olsam kendimi uzaydan gelen,garip güçleri olan biri sanırdım :) Bakınca alamıyorum kendimi,bazen yakalanıyorum bakarken ama ne garip ki beni garipsemeden karşılık alıyorum.Gözlerinden güzellikler görüyorum, erkeği kadını ,çocuğu  güzel bakıyor.Hele çocuklar bazen ben onları keşfetmeden onlar beni keşfediyor, bazıları takılıyor, anneleri ellerinden kollarından çekerek ancak iletişimimizi kesebiliyor.Bazen birbirimize göz kırpıp ayrılıyoruz, bazen de el sallıyoruz.O yüzden etrafımdakiler bana alışık,bu takılmalarıma.Çağıl dalga geçer bazen,uzunbey takılır. Annemle babamda sever, küçük çocukları, ben okurum.Bana söylediklerini, gözleriyle kısa zamanda anlattıklarını,kıyafetlerini,neyi sevdiklerini,annelerin ona davranışlarını, nasıl baktıklarını... Babayla gezenleri de incelerim. Babam benimle çok ilgilenirdi çünkü,ben küçükken babamın omzunda gezerdim, bana masal okurdu, hele mişon hikayelerine bayılırdım, enteresan gizem dolu hikayeleri olurdu, nerden öğrenirdi bilmem,görünce soracağım, bana masal kitapları da alırdı,daha doğrusu kitap alırdı, çok eskiden okuduklarını hatırlıyorum ama ben öğrendiğimden beri bana güzel kitaplar aldığı için, evde güzel kitapları olduğu için okumayı sevdiğimi düşünürüm.İlk kitabım Bremen Mızıkacılarıydı, (bunu karıştırmışım o babamın Çağıla aldığı ilk kitaptı bana Kırmızı Çizmeli Kediyi almıştı,şimdi okuyunca düzelttim ) pul defteri almıştı bir doğum günümde, beni hep koleksiyon yapmaya özendirmiştir, yardımcı olmuştur.O konuşmadan ben gözlerinden okurum ne istediğini ,etrafımızdakilerde kıskanır bu özelliğimizi,neyse fazla yazmayayım nazar değmesin bize :) Gerçi babamla annemin karışımıyım ben, hem fiziksel hem de manevi olarak, sadece birine benzemem,entreresan bir kişilik olmamı buna bağlıyorum.
Bu arada babam meslek onur ödülü almış ,öğretmenlikten,çekmemişim resmini bayramda ,pişman oldum makinenin kartı yüzünden çekememişim hiç bir şey.Birde yeniden öğretmenlik yapıyor,gönüllü olarak çalışıyormuş,belediyenin halkevinde,ücretsiz matematik dersleri veriyormuş, üç sınıfı varmış her yaştan da öğrencisi.. Büyükçekmece Belediyesi ücretsiz kurslar veriyor halkevinde, orada çalışıyormuş bu kış.
Annemde zaten çalışmadan duramadığından tekrar bir arkadaşının anaokuluna müdür oldu bu yıl.Çalışmadan duramıyorlar, onları anlıyorum.Annem ilk söylediğinde fikrimi  sordu, nasıl mutlu oluyorsan öyle yaşa dedim, ben onlarla gurur duyuyorum.Bu yaşta kendilerince hala topluma destek olduklarından, emekliliğinde de insanın bir şeyler yapabildiğini ispatladıklarından.Oturup seyretmediklerinden ve hep bir şekilde kendilerini eğitmeye çalışmalarından.
* Tv de Fatmagülün dizisinin fragmanı var, fragmanda davaya giderken yanında kadın dernekleri var,
 -asla!yalnız yürümeyeceksin..! diye bağırıyorlar.Buraya da geliyorlar bazen,tecavüz ve kadın davalarına, İstanbul ve büyükşehirlerden, hoşuma gidiyor kadınlara destek çıkılması, en azından bu kadar desteği hakediyor kadınlar.Hala çoğu davaya iftira mahiyetinde yaklaşan kadınlar var,en çok da bu beni rahatsız ediyor.Çoğu zaman davaya destek amaçlı bile bir tecavüz davasının duruşmasını izlemeye gelemeyen kadınlar bir ya da bir kaç adamın tecavüzüne uğradığını söyleyebilen bir kadını iftira etmekle suçlayabiliyorlar.Ben demiyorum ki öyle kadınlarda yoktur, eğer bir kadın bunları yaşadığını itiraf edebiliyorsa bence bu ağır bir itiraftır ve göründüğü kadar da kolay değildir.Tecavüze uğramış bir kadının milliyeti,giyiniş,hal ve tavırları,dini ve mesleği  o suçun cezasını  hafifletmez. 
Burada köylerde hala kadınlar çalışıyor ve erkekler seyrediyor, erkekler kahvede pinekliyor,kadınlar seçimde erkeklerin istedikleri partiye oy veriyorlar,çünkü köylerde ve küçük yerlerde sandıktan farklı bir oy çıkması namus meselesi gibi.Çoğu zaman kırlarda,dağlarda tepelerde hayvan otlatıyorlar.Bir yandan tecavüz sahnelerinin dizilerde bu kadar çok olmasından yakındığım kadar dizilerde işlenecekse de en azından işin eğitim boyutuna da çevrilmesi taraftarıyım.Anadoluda yaşam İstanbuldaki gibi değil, kadın hala burada her şekilde bağımlı ve erkek egemen bir yaşantıyı yaşamak zorunda. Bazen ailenin geçimini de sağlayıp, yine erkeğin dediği gibi yaşamak zorunda olanlarda mevcut,ya da onlara bakanlarda.Bazen kocası yabancı kadınlarla kaçıp,çocuklarıyla hayata devam etmek zorunda kalan yalnız kadınlarda var.Bu yabancılık illa başka bir memleketten anlamına gelmemeli,başka şehirlerden gelip burada biraz turizmde çalışmış, gözü açılmış köylü adamlarla kaçıp giden kadınlarda var.Hep hayatın güzelliklerini yaşıyoruz ya arada haber olanları, okuyacak para bulamayan çocukları,terkedilen kadınları da konuşmamız lazım.Hayat sadece bizlerden oluşmuyor ve bazen biz yaşamadığımız şeyleri hafife alabilecek kadar duyarsız kadınlar olabiliyoruz.Hayatın neresinden yakalarsak aslında oradan birilerine destek olmak gerekli, hiçbirşey yapmadan etrafı seyredenlere uyuz oluyorum ve destek olanlara laf yetiştirmeye çalışanlara da.
*Bunu kesinlikle yazmam lazım. Işıkta bekliyorum her sabah denizi gördüğüm o kavşakta,yani Devlet hastanesi yolunda  BP benzinliğin önü, benim işe gittiğim yolda, "son atılım" diye bir özel eğitim okulu var Fethiyede,onun servisi önümde, üç araba ışıkta bekliyoruz ama ben servisten önümü göremiyorum araba büyük , burada ışıklar uzun yanıyor,yaklaşık 64 ve 82 saniye arasında falan, bekliyoruz, birden şöför elinde cep telefonu indi arabadan, konuşmaya başladı, elinde telefon konuşuyor ama arabadan uzaklaştı, ışığın döneceğini görünce bindi ve sarı ışık sönerken kırmızı da  olsa geçti gitti,ben hem sola döneceğimizden arkasındayım, iki şerit yoldayız ve benim onun peşinden  ışıkta geçmem mümkün değil,diğer taraf yandı ve ben kavşağın ortasında kalacağım eğer geçersem-bisiklet yarışlarından dolayı da kavşak ortasında dönel kısım kaldırıldı, yolun ortasında üstüme gelen arabaların içinde kalmayayım diye hareket etmedim, zaten o  kırmızıda geçtiğinden benim kırmızıda geçmem gerekir ki hayatta geçmem, ama o kadar sinir bir durumdu ki anlatamam.Saygısızlığı görüyor musunuz..? Gidiş geliş bir anayolda durup karşı yönden gelip camları açık ve çalışan arabalardan sohbet etmelerine alışığızda bu öküzlüğe ilk defa rastladım.O arabanın özel eğitim okulu servisi olmasını mı anlatayım ki o şöförün daha dikkatli olması gerekli, çocukları önemsemeyip ışıkta keyfi hareket etmesinden mi? Yoksa kırmızı ışıkta geçmesini mi..? Büroya geldim suratım hala asık, uzunbey gülerek ne o yoksa önündeki şöför ışıkta arabayı bırakıp inip telefonla mı konuştu deyince de bizi gördüğünü anladım :)
Allahtan sen değildin, indirip döverdin adamı dedim.-Trafikte sinirlidir biraz.Masaya oturana kadar ben unuttum ama okulu biliyorum, ilk görüştüğümde idarecilere bu olayı anlatacağım.Yanına kar kalmamalı.Buralarda arabayı kriz anında nasıl kullanacaklarını bilmedikleri gibi normal trafik kurallarına uymayı bile enayilik gören tiplerle aynı trafiği kullanmak zorundayız ve çoğunlukla motorlar var, motorlara kasksız binmeyi arada!  kontrol ediyorlar ama ters yöne giren motorları,kötü park edenleri, üç,dört kişi çocuklarıyla binenleri hiç kontrol etmiyorlar.Arabayı kullanmayı bırakın da kırmızı ışıkta geçmeyi marifet sanan salaklarla araba kullanmak bazen canımı sıksa da idare etmeye çalışıyoruz.Allahtan trafik bayramlar harici yok ve insanların Akdeniz rahatlığından korna kültürü yok :)) Zaten 82 bazen de 96  saniye ışıklarda çay demleyip içesim geliyor ve bence en büyük sorunumuz şehir içinde otopark sorunu.Onu da yakın zamanda ne belediyenin ne de kaymakamlığın çözebileceğine inancım var. Hatta kavşakları çizen, trafiği tasarlayanların büyükşehir görmüşlüğü var mı onu da merak ediyorum. Aberttığımı düşünenlere de Ölüdeniz minübüslerinin kalktığı caddeyi örnek veriyorum.Düşünün yukarı çıkan bir ana caddeye sağdan arabalar giriyor size sağ yasak ,soldan o caddeye katılıp yola devam ediyorsunuz. Daha ne anlatayım.!

Not: 1-Bu kısa bir yazı olacaktı dikkatinizi çekerim.. Ben kısa yazamıyorum, iyice emin oldum :)
2-Kahve içerken başladığım bir sabahın düşündürdükleridir.Resim tamamen nilüfer havuzlarını çok sevmemden dolayı konuyla alakasız bir resimdir.
Günün şarkısı Buz'dan... Dün sabah deniz kenarında radyodan dinledim ve eski şarkıların bu rock hallerini de ben çok severim.Buz bu şarkıda sadece nakaratı iyi söylemiş ama esas kayıt için Sertab'tan dinlemek lazım.Öyle zor buldum ki videosunu ve öyle güzel bir şarkı ki,unulmasına gönlüm razı gelmedi...

Hiç yorum yok: