Perşembe, Kasım 06, 2008

Benim yalnız ! ve güzel Atam :)


Abbas Güçlü ile Bakış Açısı programını seyrettim şimdi.. (Biyonik sağolsun mesaj atmış, Uzunbey'de beni uyandırıp haber verdi.Orada Can Dündar Yeditepe Üniversitesine konuktu.. Şimdi zamanı mı dediler bu belgeseli yapmanın..Evet tam zamanıydı dedi ..Bence de.Çünkü bu kadar tepki ve eleştiri beklemiyordu kendisi..Bu tavırlarından ve konuşmalarından belli, kendisi de söyledi.. O kadar güzel bir ortam var ki herkes şak şak tutacaktı değil mi..? Neyse bu yazının amacı kendini orada savunmaya çalışan Can Dündar değil.


İçimizden Biri ATATÜRK (İknur Güntürkün Kalıpçı) -alıntıdır..


“Kültür Antropoloğu” nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi
gelin 5 Mayıs 1935, - tarihe bakınız bir de Atatürk kronolojisine bir bakalım burada..

1935 Mart 1: Atatürk'ün 4. kez Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi.
1937 Mayıs 1: Atatürk'ün çiftliklerini Hazine'ye ve taşınamaz mallarını da Ankara Belediyesi'ne bağışlaması.
1938 Mart 31: Atatürk'ün hastalığı hakkında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin ilk resmi duyurusu.
Can Dündar'a göre yalnız ve hiçbirşey yapmadan zaman geçirdiği tarihler,hangi arşive baktıysa artık..Özellikle hastalanmadan önceki tarihle aldım ki arada neler yaptığını görün..Hani yalnız ve mutsuzken..! -Asortik Krep


Ahlatlıbel’e gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların
başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa
Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal.

Ama bugünkülerde olduğu gibi
açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç
anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya‘da Asar kazıları
başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor,
ölçüyor, biçiyor.
“Ya ne yapıyor Mustafa Kemal” diyorlar. Çankaya’ya gidiyor,
Çankaya’da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler
koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş.

Üç gün sonra
“gelin diyor Ahlatlıbel’e gidiyoruz”. Hemen geliyor diyorki “arkeologlar toplanın”.
Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir
KOŞAR’ın bir eski bir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla; “kazdığınız
yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir”.
Yabancı arkeologlar “el insaf paşam, anladık iyi
askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun” der gibi
aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal’in
gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular ordan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi
ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır.



Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN’ın yazdığı “Sırat Köprüsü” adlı piyese
davetlidir. Davetiyede, piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir
müddet sonra bitince “bana Galip ARCAN’ı çağarın!” der. Galip ARCAN gelince “bu
piyesi siz mi yazdınız? “der. “Evet paşam ben yazdım”. ”Hayır, bu bir Bolunun Flor
Doranj adlı boldvilin’in aynen çevirisi, neden bunu belirtmediniz, hakkınızda
soruşturma açtırıyorum” diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim
biliyormusunuz. Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki “a be Atam boldvilin’e
varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın”. Ve o sırada ne yaptım
biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK’le iddiaya girmek gibi, dedim
“senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun
borcu olsun”.
O sırada da “Sanat ve ATATÜRK” adlı araştırmamı yapıyorum baktım resimde
Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma
yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim “herhalde burda iddiayı kazandım”. Hey hat,
baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa
Kemal’e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara
şiddetle bağırıyor. Atatürk “Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin, ben bu işi
bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle
bağıracaksın” der. Cezmi AR hayatının son günlerinde “ben bir daha asla öyle bir
oyuncuyla çalışmadım” diyecektir.

Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler. Çankaya’ da ne mi
yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur; “Ben bir İnkilap
Çocuğuyum” dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir,
ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki haydi filmciler
bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin
gözüyle bakıyorum. (bunu hiç duydunuz mu mesela..?)
Bu arada ATATÜRK’ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim.
Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum
nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime.
Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için “Liderler içerisinde
eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal’dir. Çünkü bütün Rönesans,
bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış,
bir çağa sığan etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük
radikal Mustafa Kemal’dir”. Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni
diyor.
Peki, tamam laf iyide diyorsunuz ki; laflar karın doyurmuyor. Esas sır nerde çok
merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir
bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim
arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara’daki
caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on
yılda bunların hepsi peki nasıl? ( belgeselde gördüğünüze uyuyor mu..? Bence bunları okuyunca belgeselde verilen bilgiler havada kalıyor..!- Asortik Krep) Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir
sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını
kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı
biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki” Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan
birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini
yapamazdım”. Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini
kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında
cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile
dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal’dir.
İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir
Mustafa Kemal.

Bir başka alıntı..
(Biyonikkedinin son yazısındaki yorumdan alıntıdır..)

1925’de bir yaz gunuydu. Izmir Kordonboyu’nda Ataturk’e tahsis edilen evin mermer sofrasinda buyucek bir sofra etrafinda toplanmistik. Iciliyor ve konusuluyordu. Kordon uzerindeki kapilar ve pencereler acikti. Halk ust uste yigilmis, iceriyi ve bizi seyrediyordu.

Basyaver Binbasi Rasuhi kalkti, pencereleri ve kapiyi kapattirdi. Gazi Mustafa Kemal, nicin kapatildigini sordu. "Halk bakiyor da onun icin" dediler. Gazi, kapilarin ve pencerelerin kanatlarini actirdi ve sofrayi kapiya yaklastirdi. Kadehini birkac defa kaldirdi. Halkin serefine icti. Disarida bir alkis tufanidir koptu. Vakit ilerledikce halk dagilmaya basladi. Nihayet kimse kalmadi.

Pasa “Rasuhi Bey” dedi.“Haydi simdi davet edelim bakalim kimse gelir mi? Halkin seyrinden, merakindan degil, ahlaksizligindan, kuskunlugunden korkmali. Simdi onlara Mustafa Kemal iciyor, sarhosun biridir derlerse, evet, biz onu gorduk, baska neyi, ne gunahi var, bize onu soyleyin derler. Ve beni mudafa ederler!” demisti.

(Nukte ve Fikralarla Ataturk-N.A.Banoglu) -(tv de de çıktı bu gece bu alıntı)


... ... ....


İki saat önce gelen bir maili paylaşmak istiyorum yine..(adı bende saklı)

Atatürk düşmanlığında yeni perde:“Beton Mustafa”dan “Ezik Mustafa”ya

Atatürk’le faşist liderleri özdeşleştiren Can Dündar bir düşünsün bakalım Hitler’e “Adolf” deyince, ya da Bush’a “Corc” deyince bu adamlar çok mu sempatik oluyorlar. Ya da Tayyip’i sevdirmek için bin dereden su getirseniz de ona Tayyip diyerek onu sevdirebilir misiniz? Ancak aşağılamak için kullanırız bu gibi adamların ilk isimlerini. Oysa Atatürk, Mustafa Kemal’ken de, Mustafa Kemal Atatürk’ken de hayranlık duyulan bir önderdir. O, zaten insani yönleri ağır basan bir adam olduğu için vatan kurtarıcısıdır. Tüm devrimciler de böyledir, insan olmanın gereğini yaptıkları için ön plana çıkarlar. O nedenle ona ‘Mustafa’ diyerek insanileştirmiyor, basitleştirmeye çalışıyorsunuz, ama yine de hala başarılı olamıyorsunuz!

Atatürk’e karşı yürütülen psikolojik savaşın yeni cephesi, sinema salonları Atatürk’e ve Cumhuriyet’e karşı açılan psikolojik savaş “Mustafa” filmiyle devam ediyor. 10 Kasım ve Atatürk belgesellerinin vazgeçilmez ismi Can Dündar, yine bir belgeselcilik “başarısı” sergilemiş. Atatürk’ü “insani” yönleriyle göstermek istediği için son belgesel filminin adını Mustafa koymuş. Yani bizden biri, sıradan bir Atatürk portresi çizecek ve resmi tarihin yanlı bakış açısını tersine çevirecekmiş.
Amaç da Ata’yı sevdirmek! Sanki Atatürk sevilmiyor, anlaşılmıyormuş gibi…
Günlerdir konuşulduğu ve içeriğindeki tarihi çarpıtmalar sayesinde yeni bir gündem yarattığı için biz de bakalım nasıl bir şeymiş bu ‘insan’ Atatürk portresi diyerek ‘belgesel’i izledik.
Tahmin ettiğimiz gibi Türk Milletinin Atatürk sevgisine ve Atatürkçülüğün devrimci özüne karşı hazırlanmış üçüncü sınıf bir propaganda filmiyle karşılaştık. Atatürk’ün hayatını anlatırken kahramanlığının, devrimci kişiliğinin ve kararlılığının üzerine mutsuz, yalnız ve psikolojik sorunları olan bir portre yerleştirilmeye çalışılmış ama bu o kadar acemice ve o kadar art niyetli bir şekilde yapılmış ki, en doğru ifadeyle sırıtmış! Yalnız ve ezik Mustafa’dan, hissiyatsız Atatürk’e Film, Atatürk’ün doğduğu andan itibaren çok yalnız bir hayat yaşadığı, çocukluğundaki mutsuzluğun ve melankolik ruh halinin de bundan sonraki yaşamına yansıdığı ve ölene kadar da aldığı her kararın altında bu yalnızlığın olduğu üzerine kurulmuş.

Can Dündar, bu fikri verebilmek için bunalımlı ve “sinir bozucu” bir atmosfer yaratarak başlamış sallamaya ve çarpıtmaya. Askeri okula gitmek istemesinin sebebini, okulda hocası Kaymak Hafız’dan yediği dayağa ve annesinin, babasının ölümünden sonra başka bir adamla evlenmiş olmasına bağlayan Dündar, filme Askeri okulda da kimsesiz, parasız, sağlıksız ve bu nedenle de melankolikleşen bir Atatürk’ten bahsederek başlıyor. Tabi ilk yıllarda kadına, eğlenceye, içkiye düşkün bir Atatürk portresi çizmeyi ihmal etmiyor ve bunu filmin sonuna kadar da sürdürüyor. Atatürk’ün hayatındaki bildiğimiz hikayeler, onun kendi ağzından aktardıkları, vatan sevgisi, kararlılığı, en başından beri kafasına koyduğu devrim programı atlanmadan aktarılıyor ama bunu yaparken bile O’nun aslında tatminsiz bir adam olduğu ispatlanmaya çalışılıyor. Dündar, “tavlada bile yenilgiye tahammül edemeyen bir adam” diyerek onun vatanı kurtarma düşüncesini kendi kişisel hırslarına bağlamaya çalışıyor.

Atatürk gemileri yakıp Samsun’a çıkmış ve boynunda idam fermanıyla padişaha meydan okurken bile Can Dündar’a göre hasta, yorgun ve ümitsiz bir adammış. Çünkü O, tüm dünyanın, halifenin ve milletin ona karşı olduğunu düşünüyormuş! Atatürk, sanki çıktığı yolun zorluklarını ve önündeki güçlükleri, engelleri bilmiyormuş gibi!

Ya da Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarında, hani “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” diyerek meydanlarda binlerce insana coşku içinde seslendiği bir dönemde, Dündar’a göre Atatürk, “ben bir şey hissetmiyorum” diyen tatminsiz bir adammış. Özellikle ölümüne doğru sigara, içki, kahve dışında bir hayatı olmadığını ve Çankaya’da yine yalnız ve mutsuz bir adam olarak günlerini geçirdiğini vurgulayan filmde, örneğin Çankaya sohbetlerinin özünden, memleket meseleleri üzerine yapılan tartışmalardan, alınan kararlardan, Atatürk’ün içerek değil de çalışarak geçirdiği uykusuz gecelerden bahsedilmiyor. Çankaya’daki “sofra”nın “hem sığınak hem de tuzak” olduğunu söyleyen Dündar, burayı hesap sorma ve eğlence yeri olarak ifade etmiş.

“Mustafa” filmi peki bir belgeselcilik başarısı ya da geniş araştırmalara dayanan tarihi bir belge midir? Elbette hayır! Hatta bir belge bile değil, hele hele Can Dündar’ın hazırladığı, “genelkurmay arşivlerine” dayanılarak hazırlanmış, uzun soluklu bir mücadelenin ürünü, hiç değil!

İlk baskısı Türkiye’de 1998 yılında yayınlanan, Vamık D. Volkan ve Norman Itzkowıtz adındaki iki psikiyatristin yazdığı “Ölümsüz Atatürk” adlı kitabın birebir kopyasıdır. Ha belki Dündar kitabı görmemiştir, benzer fikirleri, ‘kendi özsel çalışmasına’ dayanarak oluşturmuştur (!) ama savunduğu tezler öyle pek de yeni değildir.

Atatürk, unutulmaz devrimci Hatay meselesi patlak verdiğinde-bilindik bir hikayedir-Atatürk çok sinirlenir ve “çete reisi olarak Hatay’a gidiyorum bana beş bin kişilik bir kuvvet verin” der ve tüm dünyaya ölüm döşeğinde meydan okur. Yani o yaşlı ve hasta bir adam değil o koşullarda bile kalbi vatan sevgisiyle dolu kararlı bir devrimcidir hala. Ama filmde bu kararlılığın sebebi olarak gösterilen, devrimciliği değil de, İnönü tarafından frenlenen duygusal ve hırçın bir adam olmasıdır!

Ayrıca Dündar’ın iddia ettiği gibi her şeyi bırakıp görevlerini de İnönü’ye devretmiş falan değildir En hasta dönemlerinde bile devletin başında, verdiği talimatlarla en ufak bir olaya dahi müdahale eden bir liderdir. Ancak Dündar’ın çizdiği tabloya göre O, özellikle ölümüne doğru delirmek üzere olan, psikolojik travma geçiren bir adamdır. O kadar kendine güvensizdir ki, Dündar’ın çarpıtmasına göre, gençliğe hitabeyi hazırlarken sonuna “beni hatırlayınız” gibi bir tümce eklemiş ancak yakınlarının ısrarı üzerine çıkarmak zorunda kalmıştır.

Oysa o cümleyi çıkartan, üstünü çizen Atatürk’ün kendisidir. Bunu başta yazmasının sebebi de kendine güvensizliği ya da bir gün unutulacak olduğunu düşünüp korkması değil, mütevaziliğidir. Evet yalnızca mütevaziliği… Kendini devrimlerin başındaki ölümsüz bir lider gibi değil, görevini yapan bir devrimci gibi görmektedir. Sonra, o cümleyi de çıkarmıştır çünkü buna bile gerek görmez.

“Fikirlerimi anlayın, yeter” diyen bir adamdır Atatürk.

Belgeselcilik başarısı mı, bayat tezlerin ısıtılıp önümüze getirilmesi mi?

“Mustafa” filmi peki bir belgeselcilik başarısı ya da geniş araştırmalara dayanan tarihi bir belge midir? Elbette hayır! Hatta bir belge bile değil, hele hele Can Dündar’ın hazırladığı, “genelkurmay arşivlerine” dayanılarak hazırlanmış, uzun soluklu bir mücadelenin ürünü, hiç değil!

İlk baskısı Türkiye’de 1998 yılında yayınlanan, Vamık D. Volkan ve Norman Itzkowıtz adındaki iki psikiyatristin yazdığı “Ölümsüz Atatürk” adlı kitabın birebir kopyasıdır. Ha belki Dündar kitabı görmemiştir, benzer fikirleri, ‘kendi özsel çalışmasına’ dayanarak oluşturmuştur (!) ama savunduğu tezler öyle pek de yeni değildir.

Kitap, Atatürk’ün yaşamı ve iç dünyasınının çözümlemesini Freudyan bir yaklaşımla yapmaya çalışmış, “insan” Atatürk’ü anlatan çalışmalardan biridir. Teze göre, Atatürk kederli annesiyle kederli ulusu özdeşleştirmiş ve ilk fırsatta da kendi çocukluğunun mutsuz ortamını mutlu ve muhteşem bir ortama çevirerek tarihsel arenayı kendi içsel dramının yaşandığı sahne olarak kullanmış. Can Dündar’ın müthiş araştırması işte bu teze ve bu kitaptaki ‘veri’lere dayanıyor.


Film boyunca Zübeyde Hanım’la Atatürk arasındaki duygusal bağın gücüne odaklanmaya çalışılıyorsunuz ki, kitapta da bunun uzun bir çözümlemesi yapılıyor. Örneğin Atatürk’ün annesinin ölümüne çok üzüldüğü elbette doğrudur ancak “acil görevimiz büyük valdemiz vatanı yaşatmak” diyen bir devrimcidir o. Ve filmde bundan bahsedilmesine rağmen vurgu bu duruşa değil “kederli Zübeyde Hanım”a ve ‘acılı Mustafa’ya yapılmıştır. Bu bilindik bir psikolojik harptir. Liderin kendi iç dünyası, zaafları üzerinden psikolojik bir çözümlemeye girişerek onu küçültmeye çalışma oyunu. Dünyadaki tüm devrimci liderler için buna benzer propaganda malzemeleri kullanılmış, faşist liderlerin kendi kişisel hırsları ve yetersizlikleriyle bağlantılı baskıcı davranışları, halkın güven duyduğu önderlere mal edilmiştir.

Örneğin filme göre Atatürk laikliği ilan etmiştir, çünkü bu hem annesinin o dine ve maneviyata bağlı yapısına bir karşı duruş, hem de ortaokuldayken onu döven Kaymak Hafız’dan alınan bir intikamdır. Evet bu kadar basit! Yani Atatürk’ün annesi daha çağdaş bir kadın olsaydı ya da çok laik öğretmenler tarafından yetiştirilseydi belki laiklik falan ilan edilmeyecekti!

Şeriatçıların ve Kürtçülerin Atatürk filmi Mustafa filminin yapmaya çalıştığı propaganda bunlarla sınırlı değil elbette. Fikret Bila’nın yaptığı yorum hiç de yanlış değil: “Film Kemalistleri tatmin etmeyecek, Kemal’den hazzetmeyenlerin ilgisini ve beğenisini çekecek, Vahdettin’i sevenler ve Kürtler tarafından çok beğenilecek bir film” diyor ve doğru söylüyor. Vahdettinciler filmi sevecek çünkü Atatürk’ü Samsun’a gönderen ve “memleketi sen kurtarabilirsin” diyen Vahdetinmiş! Samsun’a çıkmış çünkü işgal karşıtı bir hükümet için meclisi zorlamış, çıkardığı gazete batmış ve kalan parasını da tefeciye kaptırmış! Yani Türk Devrimi’nin başarısının ardında yatan Atatürk’ün kararlılığı değil, şartların mecbur bırakması ve Vahdettin’in büyük desteği! Dündar bunu hazırlarken “Ölümsüz Atatürk”ü değil de birazcık Nutuk’u okusaydı Atatürk’ün Vahdetin’in hainliği üzerine söylediklerini ve saltanatın kaldırılışından sonra ailesinin kökünü kazıyıncaya kadar nasıl sınırdışı edildiklerini hatırlayabilirdi belki. “Mustafa”da en çok sırıtan konulardan biri de Kürtlere özerklik meselesi. Özellikle son dönem sıklıkla yapılan bir propaganda olduğu için en alakasız yerde ve tek bir cümleyle Cumhuriyet’in ilanından önce Kürtlere muhtariyet verilmesiyle ilgili İzmit basın toplantısından bahseden Dündar, muhtemelen Erzurum ve Sivas Kongrelerini, Sevr’e karşı hazırlanan programları, Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerin başlattığı Koçgiri isyanının nasıl bastırıldığını, sonraki Kürt isyanlarını ve Atatürk’ün hazırlattığı Şark raporlarını, muhtemelen yeri kalmadığı için filmde geçirememiş. Ancak şu daha büyük bir ihtimal ki, filmi izleyen ağabeyleri “Can, çok güzel olmuş tam istediğimiz gibi, ama Kürtlere özerklik vaadini unutmuşsun” demişler o da, son anda ekleyivermiş bu ucuz propaganda malzemesini.

Can’ın canı Atatürk’ü diktatör olarak göstermek istiyor Can, tabi “Atatürkçü” ve kalbi Atatürk sevgisiyle dolu bir aydın! Atatürk’ün yaptıklarını bazı yerlerde çok doğru biçimde de vermeye çalışmış ama bir yandan da O’na diktatör demeyi ihmal etmemiş. Diktatörmüş çünkü kendi heykellerini ülkenin her yerine yaptırarak kendini hatırlatmaya çalışmış. Bildiğimiz kadarıyla Atatürk heykelleri Atatürk’ün yaşadığı dönemde değil, 12 Eylül’den sonra, faşist iktidarın eylemlerini Atatürk’e mal etmeye çalışmasının bir sonucudur.( ki bu akşam tv de gelen bu soruya Can Dündar yaşadığı zamanda heykeltraşlara yaptırmıştır dediği en az 4-5 Atatürk heykeli saydı.Başta Taksim Anıtı gibi..Yani zaten buna inanıyor,inandığını gösterdi ,yanıltmadı yani bizi)

) Atatürk yaşarken sevilmeye, heykeli dikilmeye ihtiyacı olan bir adam değildi. Çünkü ülkenin dört bir yanında onu görmek için sıraya dizilmiş bir halk vardır! Dündar, Atatürk’ün tüm muhalefeti ortadan kaldırdığını, gözünü kırpmadan çevresindeki pek çok insanı ölüme gönderdiğini, bu nedenle de iyice yalnızlaştığını, mutsuzlaştığını iddia ediyor. “Otoritesi mutlak bir şef, söylediği kanun” olan bir diktatör ama yalnız bir adam!

Ve İzmir suikast girişimini ardından “devrim evlatlarını yemişti” diyor. Acaba Atatürk’ün çevresindeki hainleri ortadan kaldırmasının sebebi O’nun faşist bir adam olması mıydı yoksa çevresindekilerinin ‘adam’ ve ‘devrimci’ olamamaları mıydı? Devrim evlatlarını falan yememişti.

Devrimi yapan Atatürk’le birlikte omuz omuza çarpışan Türk Milletiydi ve ölümüne kadar uyguladığı devrim programına uyum sağlayamayan, emperyalistlerle, saltanatçılarla, Kürtlerle işbirliği yapan tüm hainlerin hiç birinin devrim mücadelesinin içinde yeri yoktu.

Sadece Atatürk’ün ayağını kaydırmaya, saltanat döneminin nimetlerinden faydalandıkları gibi yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de ‘kaymağı’nı yemeye çalışan bir uyanıklar ordusu vardı. O nedenle Atatürk yalnızlaşan bir adam değil, etrfındaki hainleri defederek yüzünü millete dönen bir liderdi. Halk mutsuz falan da değildi Dündar’ın iddia ettiği gibi. Tam tersine Türk Milletinin refah seviyesinin en yüksek olduğu yıllardır Atatürk’lü yıllar. Ama ‘Mustafa’, halkın çok mutsuz olduğunu, bunu kendisinden saklayan dalkavukların yalanlarını bir yurt gezisine çıktığı sırada isyan eden vatandaşların dilekçelerinden anladığını söyleyerek hem bir çarpıtma yapıyor hem de kendisiyle çelişiyor. Çünkü, kişi başına düşen gelirin iki katına çıktığını, denk bütçenin yapıldığını, demokrasinin temelleri atılmış olduğunu ortaya koyuyor ama halkın buna rağmen mutsuz olduğunu iddia ediyor! Sebebi? Yok! Çünkü Can’ın canı öyle istiyor!

Atatürk’ü aşağılamak çok şükür ki hala karlı değil! Şimdi günlerdir propagandası yapılan bu film, Atatürkle ilgili olduğu için, doğal olarak ve talihsizce çokça izlenecek. İnsanların zaman zaman filmi gözyaşları içinde izlediği de doğru. Ama bu gözyaşları Can’ın yaratmaya çalıştığı gibi, Atatürk’ün yalnızlığına dökülen acıma göz yaşları değil. Seyirci, ‘Size ölmeyi emrediyorum’ diyen, ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir’ diyen, ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyleyerek Samsun’a yürüyen bir Mustafa Kemal’e ağlıyor.

Dil devrimini gerçekleştiren, Hatay’a çete reisi olarak gitmekten bahseden bir Mustafa Kemal’e… Devrimci Mustafa Kemal’e…

Ve bugün soruyorlar, Turkcell neden bu filme sponsor olmadı diye. Adamlar akıllı. Milletin kalbinden Atatürk’ü silmeye çalışan bir filme neden sponsor olsunlar ki! “Biz Atatürk’ün kahramanlığını, önderliğini dünyaya tanıtmaya çalışan bir film olduğunu düşünmüştük, özel hayatına odaklanan bir filmi desteklemiyoruz” diyerek, belki ticari bir bakış açısıyla, ama doğru tavrı alabiliyorlar. Kapitalislerin bile hem fikir olduğu bir mesele. Atatürk’ü aşağılamaya çalışan bir film hala bu topraklarda şükür ki, tutmuyor ve kar getirmiyor! Can Dündar da açıklamaya çalışıyor, “Turkcell sponsor olmadı çünkü ‘inanç sahibi insanları’ rencide edebileceğini düşünmüşler” diye. (İnanç sahibi diyerek elbette şeriatçı kesimi kastediyor.)

Oysa tam tersi bu film, şeriatçı, bölücü mandacı herkesi mutlu ederek Atatürkçüleri rahatsız edecek bir film. Ve aynı zamanda da ucuz propagandaları tutmayacak, çok başarısz bir film. Bunların anlayamadığı şu ki, Atatürk’ü silmek öyle kolay değildir. Can Dündar’a Can deyince vatandaş nasıl Can Dündar hayranı olmuyor, sempatikleşmiyorsa, Atatürk’ü de Mustafa yaparak onu aşağılayamaz, sıradanlaştıramaz ve milletin kalbinden silemezsiniz. Atatürk’le faşist liderleri özdeşleştiren Can Dündar bir düşünsün bakalım Hitler’e “Adolf” deyince, ya da Bush’a “Corc” deyince bu adamlar çok mu sempatik oluyorlar. Ya da Tayyip’i sevdirmek için bin dereden su getirseniz de ona Tayyip diyerek onu sevdirebilir misiniz? Ancak aşağılamak için kullanırız bu gibi adamların ilk isimlerini. Oysa Atatürk, Mustafa Kemal’ken de, Mustafa Kemal Atatürk’ken de hayranlık duyulan bir önderdir. O, zaten insani yönleri ağır basan bir adam olduğu için vatan kurtarıcısıdır. Tüm devrimciler de böyledir, insan olmanın gereğini yaptıkları için ön plana çıkarlar. O nedenle ona ‘Mustafa’ diyerek insanileştirmiyor, basitleştirmeye çalışıyorsunuz, ama yine de hâlâ başarılı olamıyorsunuz!

... ... ...


Bu arada maildeki bilgiler size de tanıdık geldi mi..?

... ... ...

Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım
Ya sen bana fazla geldin
Ya ben sana az kaldım
Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur
Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur..
(alıntı)

9 yorum:

Basak dedi ki...

Günümü güzelleştiren ve aydınlatan bu şahane yazınız (ve emeğiniz) için sizi tebrik ediyor, kucak dolusu sevgi gönderiyorum.
ellerinize sağlık, demek ki yalnız değilim, değiliz, daha doğrusu belki de aynen atamız gibi sözde "yalnızız"...

benim en çok tepemi attıran, cumhuriyet değerlerini va Atatürk'ü karalamak ve eleştirmek "hak" ve "demokrasi" diye nitelenirken sahip çıkmak ve karalamaya karşı çıkmanın "dar kafalılık" ve "tepkisellik" olarak lanse edilmesi... El insaf yahu...
İstedikleri kadar kavramların içeriğini boşaltsınlar ve değiştirsinler (bakın bugünlerde tecavüzcüleri de dini bütün diye baş tacı yapanlar var), gerçek bir tanedir.

HAYAT dedi ki...

asortik bizi böyle bir konudab ilgilendirdiğin için çok sağol bu konuda bende sayfamda bilgi vermek istiyorum.iyi bir araştırma yapmam gerek...

Suleyman Ve Ben dedi ki...

Merhaba Asortik Krep,

Senin blog yazilar yeni - harika :)

Hos geldin..

Ataturk yazi cok uzun; benim Turkce cok kotu; anlamiyorum.

Ama Ataturk cok modern ve cok iyi lider biliyorum :)

Mustafa yeni film mi? Gormedim. Iyi mi? Tavsiye senden mi?

En mutlu gunler senin icin.

Gorusuruz,
Suleyman

Geveze Kalem dedi ki...

Teşekkür ederim, tüm bu yazıları bir arada okuma şansını sunduğun için.
Bir yazımda da yazmıştım, Can Dündar sövmeye bile değmiyor artık benim gözümde.
Ama seviniyorum, bu 'sallama' çalışma, bizlerin Atatürk kavramını ne kadar öz bildiğini ve yalan dolanlarla sarsılmayacağını ispatladığı için.

etki alanı dedi ki...

"Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan
birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini
yapamazdım”."
İşin özü bu sanırım.
Ne çok şeyi yeni öğrendim biliyor musun sevgili Asortik krep?

İyi ki geldin....:-))
Ve hoşgeldin....
Kocaman öpüyorum.
TüTü

ycurl dedi ki...

Mustafa'yi seyretme sansim yok ama ilk yorumuna katiliyorum. Tam zamani dedigi ortamda herkesin onu destekleyecegini dusundu. Gecmisten gelen bir kitlesi vardi. Ama ilginc olan simdi onu izleyen kitlenin ve alkislayanlarin basklari olusu. Bu da zaten yeterince rahatsiz edici. Haberlerde Turkcell sponsor olmadi bu filme diye Turkcell hattini kesmeyi dusunen okuyucularin yorumlarini okumustum film yayinlanmadan once. Ataturk uzerine cekilen ya da yazilan her seyin iyi olabilecegi supheli. Abdurrahman Dilipak denen adami bile Ataturk uzerine kitabi varmis. elin gerisini siz dusunun. Bu alinti icin de tesekkurler.

Asuman Unsal dedi ki...

Asortik daha dün izledim bu filmi ve zehrettim kendime nasıl para kazandırdım bu iş birlikçiye diye, yazdıklarına katılıyorum ve diyorum ki Mustafa değil o Atatürk, kimse bir öndere bu şekilde hitap edemez, etmemeli ben kızınca Tayyip diyorum mesela, küçümsemek için, alay etmek için, Mustafa diye hitap şekli olur mu ya, kendi isteğidir ve Atatürk tür

Para imkan bu adamlarda olabilir, akıllı insanlar varken bu topraklarda o çok korktukları adamı böyle incitemeyecekler, bilmiyorum bazen müstahak gibi görüyorum böyle zihinler olunca da seviniyorum

yine de bilemiyorum işte, bütün dünya bu adamın 5 6 yılda yaptıklarını dehaca kabul ederken, biz kendi elimizle ezik diye lanse ediyoruz, yalnızlaştırıyoruz, işe yaramaz hale getirip salonlara taşıyoruz ve bir de alkışlıyoruz, hepsinin taaa...

çok uyuzum hala
sinirliyim


bu güzel yazın için teşekkür ederim,

Mine dedi ki...

Merhaba Asortik Krep,
Blogunu ve yazılarını çok beğendim.
Kendi sayfamda da söylediğim gibi bu filme gitmeyi düşünmüyorum. Hem parama kıyamadığımdan hem de izlenme sayısını artırmak istemediğimden.
Geçen gün resim öğretmeni bir arkadaşla konuşuyorduk. Bu şehre yeni tayin oldu. 29 Ekim öncesi okul müdürüne gidip 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için resim yarışması yapılmayacak mı diye sormuş. Milli Eğitim'den yazı gelmedi cevabı almış. 17 Yıllık meslek hayatımda ilk kez böyle bir durumla karşılaştım dedi.

Başak'ın yorumuna da katılıyorum. Kim ne derse desin, birşeyler değiştirilmeye çalışılıyor.

Sevgiler

Asuman Unsal dedi ki...

Sayın Can Dundar,

Ben Bilkent Universitesi Bilgisayar Muhendisliği bolumunde yuksek lisans
yapmakta olan bir oğrenciyim. Adım Ateş Akaydın.

Ataturk ille ilgili yaptığınız belgeseli uzulerek soyluyorum hic
beğenmedim. Ozetle belgeselde rahatsiz oldugum konular şunlar:

Oncelikle, Vahdettin'in Ataturku bilinci olarak vatani kurtarmasi icin
Samsun'a gonderdiği konusundaki iddia halen tartışılan,temelsiz ve acık
soyleyim Fethullah taraftarları ve Osmanli sevdalilari tarafindan sIklikla
dile getirilen bir goruştur. Boyle bir konuya belgeselinizin son derece
taraflı yaklaşması kanimca cok uzucudur. Bilakis Vahdettin Ataturk icin
tutuklama ve idam karari cıkartılmasına on ayak olmuş biridir.

Ikinci olarak, Mustafa Kemal'i Ataturk yapan ve en buyuk savaşlardan biri
Canakkale savaşına son derece az yer verilirken, Ataturk'un ozel hayatina,
ozellikle Madame Corinne'e yazdiği mektuplara gereksiz derecede cok yer
verilmistir.

Belgeselinizde Ataturk'un yuksek idealleri ve amaclari etrafinda
sekillenmek yerine, Ataturk'un aldigi - ve kanimca alinmasi Cumhuriyetimiz
icin hayati zorunluluk teskil eden - kimi kararları Ataturk'un kişiliğine
zarar verecek şekilde kullanmanız kabul edilemez. Ozellikle Ataturk'un
Ankara Meclisinin acılması sırasında takiyye yaptiğini ima eder şekildeki
aciklamalariniz, Ataturk;un Lenin kozunu oynadiğini dile getirirken
ustune vura vura ;musluman ve komunist yoldaşlarım; şeklinde
ifadelerin gectiği gazete kupurlerine ozellikle yer vermeniz, uslup
acisindan cok uzucudur ve kullandiginiz ifadeler de Ataturk'umuzu dinsiz
bir komunist gibi gostermektedir. Bu olaylar ile ilgili gercekler,
maksatlar ve yontemler ayirt edilebilir şekilde ve duzgun bir uslup ile
sunulabilirdi ama siz bundan gordugum kadariyla kacinmissiniz.

Ataturk'un not defterindeki, kendisinin iktidara gelmesi halinde bir darbe
ile ve zorla sistemi baştan aşagıya değiştirecegi konusundaki ifadelerin
pek cok kere vurgulanmiş olmasi,Terakkiperve r Cumhuriyet Fırkasının
liderleri ve silah arkadasları nı idama gondermiş olması ya da onları
bastırmış olması, Mussolini'nin ressamina bir portresini yaptırmıs
olmasına ve ressamin yorumlarina ozellikle yer verilmesi ve Avrupada kimi
gazeteler tarafından bir diktator olarak nitelendirilmesine ozellikle yer
verilmis olması bence Ataturk'un kişiliğine hakarettir. Yine ayni
donemdeki gazeteler Ataturk'un dunya tarihinde bin yilda bir gorulen bir
dahi oldugunu beyan etmektedir. Ve sizin calismaniz, Ataturk'un butun
dunyanin kabul ettigi bir dahi ve gercek bir lider oldugunu adeta saklamak
ister bicimde secilmis gazete kupurleriyle doludur. Bunlar Ataturkumuzu
sanki bir diktator gibi gostermektedir! Size soruyorum sayin Dundar siz
Şeriatla ve Faşizmle yonetilen bir ulkede Cumhuriyeti getirmeyi başaran,
kadınları sosyal hayata katan, nerdeyse hic okuma yazma bilmeyen bir halkı
10 sene gibi kısa bir surede okuma yazma bilir hale getiren kac tane
diktator gordunuz? Medeniyet icin gerekli yol ve yordamları lutfen
diktatorlukle karistirmayiniz. Siz Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının
irticai faliyetlerinden bahsettiniz mi? Kubilay olayindan ve Ataturke
gonlunu vermis diger kemalistlerden bahsettiniz mi? Gercekten bir
diktatorluk ve faşizm ornegi gormek istiyorsaniz lutfen bir İran'a bakin
bir Misir'a bakin, Afganistan'a, Pakistan'a bakin. Ve hatta hatta
ozellikle AKP iktidariyla birlikte son donem Turkiye'sine bakin.

Hele hele Turkiyemizde Ergenekon gibi eşi kara carşaflı ve kendisi imam
hatipli olan ve adı yolsuzluklara bulaşmış bir savcının yonettiği bir dava
varken, Ataturkcu dusunce derneginin uyeleri, profesorler, emekli
komutanlar, Cumhuriyet gazetesi yazarlari, Cumhuriyet mitinglerini
organize edenler, Cumhuriyetle yaşit olan insanlar ve halkin
bilinclenmesine gercekten yardım eden insanlar haklarindaki suclama bile
netlik kazanmadan ve onlara bildirilmeden tutuklanirken, ceza evlerinde
olume terkedilirken ve DARBECILIKLE suclanirken, sizin cikip da Ataturk'e
DARBECI demeniz igrenc ve acıklı bir benzetme olsa gerek!

Turkiye'nin her gun PKK teroru yuzunden sehit verdigi gunumuzde, ulke ic
savaşın ve bolunmenin eşiğine gelmişken, o kadar sacmalıkla doldurdugunuz
belgeselinizin arasında sanki cok gerek varmiş gibi 'Ataturk de Kurtlere
Ozerklik verilmesi ile ilgili konusmustu' gibi ifadeler kullaniyor olmaniz
yangina benzinle gitmek demek degil de nedir sayin Dundar? Sizin
belgeseliniz vizyona girdigi sırada farkındamısınız ki mecliste DTPliler
guzelim ulkemi 25 parcaya bolebilmek icin uğraşmaktaydı?

Ataturk'un gunde bir şişe raki bitiren, sarhoş ve yalniz bir adam olarak
nitelenmiş olması ve devletin onemli meselelerinin tartisildigi ve
Cumhuriyetin coşkusunun yaşandığı Ataturk'un sofrasinin bayagi ve sıkıcı
olarak gosterilmesi de ayrı bir konu...

Sayin Sureyya Ciliv'in ve Turkcell'in sponsorlugunuzu yapmaktan vazgecmiş
olmasına şaşmamak gerek. Zaten bu karar bile nasil bir manzara ile
karşilaşacagimizi işin en başindan haber vermişti. Zaten size olsa olsa
'Bizim Universitemizde Ataturku bile eleştirebilirsiniz' diyen vakıf
universiteleri sponsor olabilirdi ve oldu.

Sonuc olarak ben bu belgeseli izledikten sonra sizi gercekten cok
ayipladim. Siz benim eskiden tanidiğim Can Dundar olmaktan cıkmışsınız. Bu
yapim kanimca sadece iki maksatla yapilmiş olabilir diye dusunuyorum. Ya
siz Cumhuriyet'in ve Kemalizm'in ilkelerine ters dusup
fethullahcilarin, yobazların ve boluculerin ekmegine yag surer bir hale
geldiniz ya da entellektuel anlamda Turkiye'de vatan sevdasini, Ataturk
sevdasini yitirmis kimi sanatcilar ve yazarlar gibi doğru bilinen ve kabul
edilen degerlere radikal ve uygunsuz bir şekilde ters duşuyor olmanin
sanat olduğunu dusunmeye başladiniz. Şahsen ben Turkiyenin ikinci bir
Orhan Pamuk'a ihtiyacı olduğunu duşunmuyorum.

Şayet size Ataturk'umuze diktator diyen O Avrupadan ya da O Amerikadan
birkac ay icinde 'Mustafa' dan oturu oduller yağmaya başlarsa lutfen bu
dediklerimi hatirlayiniz ve ozellikle Şevket Sureyya Aydemir'in 'Tek
Adam''ini Ataturk';un 'Nutuk''unu tekrar ve bu sefer anlayarak
okuyunuz ve Mustafa;ya Ataturk demeyi ogreniniz!

Vakit ayirdiginiz icin tesekkur ederim,

Ateş Akaydın